Türkiye bankacılık sisteminin yüzde 47’si, borsanın yüzde 65’i yabancıların elinde, 2002’de 129 milyar dolar olan dış borç stoku yüzde 239 artışla 2017 Eylül’ü itibariyle 438 milyara yükselmiş durumda, toplam ithalat ise 2017 yılında bir önceki seneye göre yüzde 17,9 artarak 210 milyar dolara ulaşmış.

Cumhuriyet’ten Emre Deveci’nin haberinde sadece bunlar değil başka rakamlar da var. Türkiye’nin dış yükümlülükleri 2002’de 147 milyar dolarken bugün 666 milyar dolar civarında. Dış varlıklar aynı dönemde 226 milyar dolara, net uluslararası yatırım açığı ise 440 milyara dolara yükselmiş. Türkiye’nin dış yükümlülüklerinin milli gelire oranı 2002’de yüzde 62 civarındayken bugün ise yüzde 83’ler civarında.

Buradan vardığımız sonuç ne peki? Çok basit, “yerli ve milli iktidar” döneminde Türkiye’nin borcu rekor düzeyde artmış, iktisadi varlıklarının kontrolü yabancılara geçmiş, ithalatı rekor kırmış, velhasıl Türkiye ekonomisinin bağımlılığı artmış, emperyalizm Türkiye ekonomisi üzerindeki kontrolünü muazzam derecede artırmış, derinleştirmiş.

•••

Türkiye’de buğday üretim alanı 2002’de 9.300 bin hektardı, 2016’da ise bu alan 7.780 bin hektara geriledi, 1,5 milyon hektar arazide artık buğday ekilmiyor ve Türkiye buğday ithal ediyor. 2002-2016 arası izlenen yanlış fiyat politikaları nedeniyle 1 milyon hektar arazide artık arpa ekimi yapılmıyor ve Türkiye yem ithal ediyor. Üretim son on beş yılda baklagiller, nohut ve kırmızı mercimekte üçte bir, yeşil mercimekte üçte iki oranında azaldı. Türkiye artık baklagiller, nohut ve kırmızı mercimeği ithal ediyor.

2002’de 7 milyon 210 bin 770 dekar alanda pamuk üretebiliyorken, 2016’ya geldiğimizde bu 4 milyon 800 bin dekara düştü. 2002’de dekarda 113 kg fındık alınırken, 2016’da fındık verimliliğinde dekarda 66 kg’a kadar gerilendi. 2005’te 113 milyon zeytin ağacı varken bu sayı 2016’da 171 milyon ağaca yükseldi ama zeytincilik adım adım bitiriliyor, Tunus’tan zeytinyağı ithal etmekten bahsediliyor. Tütün sektöründe 2002 yılında 405 bin olan üretici sayısı bugün 56 bine düşmüş durumda, üretim ise 159 bin tondan, 62 bin tona geriledi, tütün üretimi ve tütüncülük bitme noktasına geldi.

Bu rakamlar, Çiftçi-Sen’in rakamları. Hemen bir ek yapalım: 2 Aralık 2017’de Resmi Gazete’de yayımlanan “İthalat Rejimine Ek Karar” ile kuru fasulye, barbunya, börülce ve nohutta gümrük vergisi sıfıra indirildi, yani bu ürünlerin ithalatı kolaylaştırıldı ve yerli tarıma bir darbe daha indirildi, tarımda ithalata bağımlılığın derinleşerek devam edeceği bu uygulamayla bir kez daha görüldü.

Peki hayvancılıkta durum ne? 2010 yılına kadar Türkiye hayvancılığı kendine yeterli düzeyde olduğu için et ithalatı yok denecek düzeyde. Ancak 2010’da et ithalatı 22 milyon dolardan 518 milyon dolara fırlamış, 2011’de ise 2010 rakamları ikiye katlanmış ve 1 milyar 249 milyon dolarlık ithalat yapılmış. Yani sadece iki yılda 50 kattan fazla bir artış söz konusu. 2012’de 785 milyon dolarlık ithalat gerçekleşmiş. Sonraki üç yılda nispeten bir düşüş yaşanmış ama 2016’da et ve canlı hayvan ithalatı tekrar 477 milyon dolara yükselmiş. 2017 yılının ilk sekiz ayında ise 2016 rakamları geçilerek 568 milyon dolara ulaşılmış.

Peki tüm bunlar bize ne söylüyor? Cevap yine çok basit: “Yerli ve milli iktidar”, yerli ve milli tarımı da yerli ve milli hayvancılığı da bitirmiş. Küresel sermayenin, uluslararası tekellerin, IMF’nin ve neo-liberalizmin arzu ettiği istikamette izlenen politikalarla Türkiye tarım ve hayvancılıkta da ithalata bağımlı bir ülkeye dönüşmüş, köylü ve çiftçi açlığa ve yoksulluğa mahkûm edilmiş.

•••

Bahçeli’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde aday göstermeyeceklerine ve Erdoğan’ı destekleyeceklerine dair açıklamasıyla, ittifak ve uyum yasaları için görüşmelerinin başlamasıyla, Gül ve Babacan isimlerinin giderek daha fazla zikredilmesiyle, Türkiye’nin 2019 ya da bu sene içerisinde yapılacak bir seçimin sathı mailine girdiği, Türkiye siyasetinin merkezine cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarının yerleşeceği görülebiliyor.


AKP-MHP ittifakına BBP’nin de eklenmesiyle ortaya yeni bir Milliyetçi Cephe çıkacak ve bu cephe söylemini yerlilik ve millilik üzerine oturtacak, “biz ve onlar”, “milli ve gayri milli”, “yerli ve yabancı” ikilikleri üzerinden dost-düşman siyasetine ivme kazandırılacak. Yapılması gereken en önemli işlerden biri, tarımın, hayvancılığın ve Türkiye ekonomisinin gösterdiği üzere, bu cephenin ne yerli ne de milli olduğunu topluma doğru bir şekilde anlatabilmek, bu söylemi toplumsallaştırabilmek, bunu toplumsal muhalefeti etkili kılmanın bir aracı haline getirebilmek. Bir işçinin “Geçinemiyorum” diyerek Meclis önünde kendini yaktığı şu günlerde, ekonomi meselesine yerlilik ve millilik iddiasını da deşifre edecek bir şekilde, çok daha net, çok daha keskin bir şekilde odaklanmak gerekiyor.