Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Tayyip Erdoğan’ın Gezi Direnişi’yle hesaplaşması bitecek gibi değil! Halkımızın gelecek umudunu ve eşitlik özlemini temsil eden o görkemli başkaldırıyı unutamıyor bir türlü. Düşündükçe uykuları kaçıyor. Bir dönem Avrupa’nın üzerinde nasıl “komünizm hayaleti” dolaşıyor idiyse, Saray rejiminin tepesinde de “Gezi hayaleti” dolaşıyor sanki! “Gezi Ruhu” korkutuyor onları...

Milyonların katıldığı bu görkemli kitlesel eylemi gerçek dışı söylemlerle dokuz yıldır karalamaktan vazgeçmediler. Erdoğan, Gezi’den hep nefret diliyle söz ediyor. O güzel eyleme katılan o güzel insanlara hakaretler yağdırıyor. Bunlarla sonuç alamayınca yargı sopasına sarılıyor. Gezi Direnişi’nin önderleri ve simge adları şimdi bu yüzden içerdedir...

Tüm baskılara karşın diz çökmedi Gezi direnişçileri. Ama iktidarın algı operasyonları da durmak bilmiyor. Ülkenin 80 ilinde Gezi Direnişi’ne katılan milyonlar, ipe sapa gelmez yalanlarla, iftiralarla karalanmaya çalışılıyor…

“Kabataş Yalanı” ile başlamışlardı ortalığı karıştırmaya. Çok tehlikeli bir oyundu bu. Ama beceremediler. Uçuk bir senaryo yazmışlardı çünkü. Yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmadı. “Elimizde kamera görüntüleri var, açıklayacağız” demelerine karşın bunu kanıtlayamayınca yalanlarının altında ezildiler. “Görüntüleri izledik” diyen birkaç sözde gazeteci ise daha sonra “eşeklik ettik” diyerek özür dilemek zorunda kaldı. Onlar artık “Kabataş Yalancıları” olarak anılıyor!

Ama Osmanlı’da oyun, AKP’de yalan bitmez! Kabataş’tan sonra “Dolmabahçe Yalanı”nı uydurdular. Yine inanç sömürüsü üzerinden “Gezi’ciler camide içki içtiler” diye toplumu kışkırtmaya başladılar. Aklın alacağı bir şey mi bu? Polisin attığı gaz bombalarından korunmak için camiye sığınan insanlara böyle aşağılık bir iftira nasıl atılır? Üstelik caminin müezzini bu söylentiyi yalanlamışken… Soruşturma dosyasına bile girmiş tanıklığı: “Ben din adamıyım, yalan söyleyemem. Camide içki içilmedi.”

Ama Erdoğan, yalan olduğunu bile bile, son Grup toplantısında, Camide içki içtiler” propagandasına sarıldı yine. “Bunlar terörist, bunlar çürük, bunlar sürtük” dedi ardından.

Daha önce de Erdoğan’ın ağzından çok duymuştuk böyle hakaretleri. Anımsayın, “Çapulcular, vandallar, teröristler” demişti hepimize.

“Artık daha ileri gitmez herhalde” diye düşünmüştük ama yanılmışız. Bu kez “çürük” ve “sürtük” sözcüklerini de ekledi “belagat sözlüğü”ne!

Erdoğan, “Bu eşkıyalar, bu teröristler, bira şişeleriyle, bira kutularıyla adeta caminin içini pislemişti… Bunlar böyle, bunlar çürük, bunlar sürtük…” diyerek Gezi Direnişi’ne katılan “kızlı-erkekli” milyonlara sövdü açıktan…

Üstelik TBMM çatısı altında, kameralar önünde ve de canlı yayında!

Kulaklarımıza inanamadık!

Bu ülkede “cumhurun başı”, hem de cinsiyetçi bir söylemle “cumhur”a hakaret ediyor, hatta sövüyordu!

“DİLİN KEMİĞİ YOK” MU?

“Dilin kemiği yok” sözü, “İnsan, doğru yalan, ağzına gelen her şeyi söyleyebilir” anlamında bir deyimdir. Gerçekte dilin kemiği, yani ağızdan çıkacak sözlerin bir sınırı olmalıdır diye düşünürüm ben. Köşemizin adını da bu yüzden “Dilin Kemiği” koymuştum.

“Ben sınır tanımam, her şeyi söylerim” yaklaşımı, muktedirlerde daha baskın bir eğilim olarak görülüyor. Tayyip Erdoğan ise bu eğilimin en uç örneklerinden biri. Kendisine yönelik en küçük bir eleştiriyi hemen yargıya taşıyor. Ama başkalarına ettiği hakaretleri toplasanız buradan köye yol olur!

Erdoğan’ın yurttaşlara ettiği hakaretlerden dolayı ceza aldığını duyan var mı? Oysa “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla son altı yılda 160 bin kişiye soruşturma açıldığını ve bu soruşturmaların 35 bininin davaya dönüştüğünü biliyoruz.

Erdoğan’ın Gezi eylemcileri için Grup toplantısında kullandığı “sürtük” sözcüğü her kesimde büyük tepkiyle karşılandı. Tüm muhalefet partileri, Erdoğan’ı kınayan açıklamalar yaptı. Birçok kurum ve kişi savcılıklara suç duyurusunda bulunurken çok sayıda insan da Cumhurbaşkanı hakkında hakaret davası açtı. Erdoğan ise bunca tepkiye karşın geri adım atmayarak sözlerinin arkasında durduğunu açıkladı. Böylece o sözlerim ağızdan kızgınlıkla çıkmadığı, tam tersine, toplumsal kutuplaşmayı tırmandırmak amacıyla bilinçli olarak kullanıldığı anlaşıldı.

SÖZLÜKLER NE DİYOR?

Ben burada “sürtük” sözcüğüne kişisel bir yorum getirmek yerine, tek adam yönetiminde Cumhurbaşkanlığı’na bağlanan Türk Dil Kurumu’nun bilgisunar sitesinde yazılanları aktarmakla yetineceğim:

“sürtük, -ğü

1. isim Vaktini çok gezerek geçiren, evinde oturmayan kadın.
2. isim Aynı anda birden fazla kişiyle gönül eğlendiren kadın.

3. isim, kaba konuşmada Hayat kadını.”

Eski TDK’nin devlet dairesine dönüştürülmesinden sonra kurulan Dil Derneği’nin Güncel Türkçe Sözlük’ünde ise sözcüğün anlamı daha açık tanımlanmış. Madde başlığını olduğu gibi kopyalıyorum:

sürtük öna.

1. Vaktini çok gezerek geçiren, evinde oturmayan (kadın).

2. Orospu.

BU DA KAŞGARLI MAHMUT’TAN

Yukarıdaki açıklamaları yeterli bulmayanlara son olarak Kaşgarlı Mahmut’un 11. yüzyılda yazılmış Dîvânü Lugâti’t Türk adlı ünlü sözlüğünden de bir aktarımda bulunalım. Oradaki açıklama daha da erotik! “Sürtük” sözcüğünün günümüzdeki karşılığı “lezbiyen” olarak verilmiş:

sürtük: (Sürtünerek ilişkiye girmekten hareketle) Cinsel olarak erkeklere değil de kadınlara ilgi duyan kadın.”

Evet, sözlükler böyle diyor.

Peki, bir cumhurbaşkanı, “dilin kemiği yoktur” diyerek yurttaşlarına “sürtük” diyebilir mi?

O cumhurbaşkanı eğer Tayyip Erdoğan ise diyebilir! Çünkü bu ucube yönetim biçiminde onun sınırsız dokunulmazlığı, sorumsuzluğu ve herkese hakaret etme özgürlüğü vardır!

Ama elbet sonsuza dek sürecek değil bu ayrıcalık. Hepi topu bir yıldan az kaldı seçime. Ondan sonra “mevsim değişir, Akdeniz olur” ve Türkiye, anayasasında yazıldığı gibi, yeniden “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” niteliğine kavuşur…

Sonrası mı?

Onu da Anayasa’yı takmayanlar düşünsün…