Ocak ayından bu yana Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB)nin keyfi tutumu nedeniyle yüzbinlerce işçinin toplu iş sözleşmesi görüşmeleri yapılamıyor. Bakanlık 1600 civarında yetki talebine cevap vermiyor. Bu durum 350 binden fazla işçinin toplu iş sözleşmesinin gecikmesi anlamına geliyor. ÇSGB bir anayasal suç işleyerek toplu sözleşme hakkını 9 aydır askıya almış durumda. İşçiler mağdur, işverenler ise rahat; işçiye ödeyecekleri paraları faizsiz kredi olarak kullanıyor.

ÇSGB’nin gerekçesi sendikal istatistiklerin yayımlanmaması. Peki yayımlayacak olan kim? Kendisi. Bilindiği gibi bakanlık 2009 Temmuz ayından bu yana sendikal istatistik yayımlamıyor. Oysa istatistikleri yayımlamaları yasal bir zorunluluk. Ancak bir diğer sorun yüzde 10 işkolu barajı. Yasa değişikliği nedeniyle istatistiklerin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre yayımlanması gerekiyor. Oysa bakanlık verilerine göre 5.4 milyon işçi, SGK verilerine göre ise 11 milyon işçi var. Hükümet yüzde 10 işkolu barajını kaldırmadığı için yayımlanacak istatistiklerinin pek çok sendikanın toplu iş sözleşmesi yetkisini ortadan kaldırması mümkün. Bu yüzden üç yıldır gayri ciddi çözümler aranıyor. Bu sorunun çözümü için 2 yol var. Birincisi eski istatistiklere göre bakanlığın yetki vermesi. İkincisi barajların kaldırılarak yeni istatistiklerin açıklanması. Hükümet bu iki yolu da kullanmıyor ve faturayı (üstelik bir anayasa suçu işleyerek) işçiye kesiyor.

Aylardır süren bu krize sessiz kalan Türk-İş nihayet geçtiğimiz günlerde ÇSGB önünde bir basın açıklaması yaptı. Yüzbinlerce işçinin 9 aydır geciken toplu sözleşmesi karşısında sadece bir açıklama yapılabildi. Ardından TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan ve TİSK Başkanı Tuğrul Kudatgobilik Başbakan Erdoğan  ile görüştü. Görüşmede Meclis gündeminde olan Toplu İş İlişkileri Kanunu (TİİK) tasarısının hızla yasalaşması konusu ele alındı ve bir uzlaşma sağlandı.

DİSK bu görüşme ve uzlaşmada iki nedenle yer almadı: Birincisi TİİK tasarısının sendikal hak ve özgürlükler açısından son derece yetersiz olması ve ILO normlarına aykırı olması. DİSK’in ikinci gerekçesi, TİİK tasarısının bu haliyle bile yasalaşmasını engelleyen TOBB ile birlikte bir arayış içinde olmak istememesi. Son derece haklı gerekçeler. Bilindiği gibi TİİK tasarısı bir yıldan fazla süredir işveren örgütlerinin hükümete yaptığı baskı sonucu bekletiliyor.

Peki varılan uzlaşmanın özü ne? Varılan uzlaşmaya göre işkolu barajı yüzde 1, yüzde 2 ve yüzde 3 şeklinde uygulanacak. İlk dört yıl için yüzde 1, sonraki iki yıl için yüzde 2 ve nihai baraj yüzde 3 olacak. Dikkat edilecek olursa baraj önce düşürülüp sonra yükseltiliyor. Aslında bu uzlaşma sorunu çözmüyor, tersine yeni sorunlar yaratmaya aday.

Özel sektörde gerçek sendikalaşma oranının yüzde 3 civarında olduğu düşünülecek olursa önümüzdeki yıllarda sendikal hareketin bütünü için ciddi bir tehlike söz konusu. Bazı sendikalar bugün yüzde 1 barajını aşsa da çok sayıda sendika yüzde 1 barajını aşamayacaktır. Ticaret, büro, eğitim işkolu ile tekstil ve metal işkollarında baraj sorunları ortaya çıkacaktır. Bu işkollarında çalışan sayısının yüksekliği nedeniyle yüzde 1 gibi bir baraj on binlerle ifade edilen üye anlamına gelecektir. Bu nedenle halen yetkili olan bazı sendikalar baraj altında kalacaktır. Barajın yüzde 3’e yükselmesi durumunda ise bu sayı daha da artacaktır.

Dolayısıyla toplu sözleşme krizine bulunan barajlı çözüm, çözüm değil sorun getirecektir. Her şey bir yana bu barajlı çözüm sendikal özgürlüklerin özüne aykırıdır, ILO sözleşmelerine aykırıdır. İşverenlerin ve hükümetin barajlı bir sendikal düzen istemesinin anlaşılır bir tarafı var ancak bazı işçi konfederasyonlarının barajlara evet demesi ne hazin bir durum. Onlar da mı sendikal özgürlükten korkuyor?