Sosyal devlet yok olur, sosyal politika zavallılaşırken, demokrasiden hayır gelmez. Biline!

Bu ülkede sosyo-ekonomik konular medya açısından pek para etmez.  Tabii  işsizlik,  yoksulluk, şiddet gibi konulara hiç yer verilmiyor demek istemiyorum; ama çoğu da ya dramatik olaylara konu olduklarından, ya da istatistiki veriler ortaya konulduğundan medyada yer bulurlar kendilerine. Buna karşın Ankara’daki her söz, her nefesin izlenip, ölçüldüğü, üstüne neredeyse destansı yorumlar yazıldığı görülür. İşte Yaş toplantısındaki bir fotoğraf üzerine günlerce süren demokratikleşme “şenlikleri!”

Oysa devlet odaklı bir toplum olduğumuzu eleştiren “demokrat erkanın” (hani her lafını demokrasiye bağlayan, demokrasinin ne olduğunu en iyi kendisinin bildiğine inanan br sınıf oluştu ya bu ülkede, onlar) demokrasi açısından pek üzerinde durdukları araçsal/süreçsel mekanizmalardan hali ortada. Örneğin seçim sonuçlarını irdelerken, toplumsal değerler araşırmasını da vbir hatırlasalar. 

Evet, anayasa, partiler, seçim sistemleri, parlamento gibi araç ve kurumlar demokratikleşme düzeyinin göstergeleri olarak önemli; siyasilerin ne düşündüğü, ne dediğinin anlamlı olduğuna da kuşu yok. Dinleyelim, izleyelim... Ancak demokrasiden söz ediliyorsa, bu göstergelerin, kendi başlarına değil, toplumun demokrasi anlayışı ve demokrasi açısından oynadığı rolü ve gücünü gösteren sonuçlar olarak anlamlı olduklarına kuşku yok.

Örneğin, anayasaların yalnız darbelerle rafa kaldırılmasını yaşamıyor bu toplum; anayasaların “ama”yasalara dönüşmesini de izliyor. Demokrasi, milli irade denilirken, her iktidarın kendini güçlendirmenin peşine düştüğünü görüyor. Seçilmişler Tunç Kanunu haklı çıkarmak için ellerinden geleni ardına koymazken, toplumun kısmetine de populist politikaların düştüğünü de anlıyor. Razı olmasın da ne yapsın! Ve sonuç: Demokratik araçlardan umut mu kesmiş, oynanan oyuna mı katılmış belli değil, ama toplum “iyi ve güçlü bir lider” aramakta.

Yılmaz Esmer’in yıllardır yürüttüğü Türkiye Değerler Araştırması’nın 2011 sonuçları açıklandı, medyada epeyce yer de aldı. Uzun uzun söz edemeyeceğim; ama araştırma sonuçlarına bakarak bu toplumun demokrasi beklentisini mi, yoksa bu beklentiyi örten kara bulutları mı konuşmak gerekir kısmını çok önemli buluyorum.

Özetle, farklı sorularla ortaya çıkarılan genel tablonun, milliyetçi, dindar, farklılıklara hoşgörüsü kıt, kadın-erkek eşitliğine inanmayan, kadın kocasına itaat etmelidir diyen bir toplumu ortaya koyduğu görülüyor. Toplumun % 63’lük bir kısmı da “ parlamento ve seçimlerle uğraşmak zorunda kalmayan güçlü bir lidere sahip olmanın” iyi olabileceği görüşündeymiş. İyi mi?

Öyleyse, hayli düşündürücü bir “nereye” sorusu var demektir. Darbelerden kurtulduk , ama demokrasi diye diye nereye gidiyoruz; orası pek belli değil.

Şimdi toplumun bazı kesimleri seslerini daha fazla çıkarıyor, sivil toplum örgütleri istek ve beklentilerini dile getiriyor, serbest seçimle gelmiş bir iktidar başta bulunuyor gibi değişiklikler var, korkmayalım diyorsanız;  bunları bir kenara atmıyorum ama korkuyorum derim.  Kendini ve isteklerini duyuramayan birçok kesimin varlığını unutamadığım gibi. Halkın bu değerlerini iyi bilen ve kullanan iktidarın isteklerini duyuranları bile ne kadar dikkate alacağını kendime sormaktan vazgeçemediğim gibi.

Aslında “demokrat erkan” açısından da demokratikleşme beklentilerinin karşılanacağına ilişkin güvence ne kadar ve nerede sorusu var. İktidar “körü” olmadılarsa endişe duymamaları da mümkün değil.  Aralarında iktidardan umut kesenler var, ama onlara da “daha önceleri neredeydiniz” diye sormak gerekiyor.

Toplumu iyi okuyan AKP, onların demokrasi beklentisinden çok, toplumun güçlü lider beklentisine cevap vermeye yönelirse de şaşırmasınlar. Milliyetçi, dindar, farklılıklara kapalı bir toplumun güçlü bir lider beklentisini anlamamak mümkün değil. Bu lider halktan biri gibi görünmeyi başarıyor, yardımsever olmanın envai çeşit yollarını buluyor ve uyguluyorsa güçlü bir lider olarak başa getirilmesi de çok zor değil.

Toplumsal değerleri konu ettiğimize göre, bu değerlerin kolay değişemeyeceğini düşünerek, “böyle başa böyle traş” demek mümkün. Bazıları diyorlar da. Ancak bunu  demeden önce eklenecek bir kaç nokta var ki, önemli.

Tabii, önce bu toplumsal yılgınlığı ve kolaycılığını tarihten gelen mirasa bağlayanlar olacaktır; çok yanlış olmaz. Sonra, yakın tarihe gelerek 80 darbesinin yol açtığı kıyıma, siyasal yasaklar ve her yeşerdikçe solun budanması gibi devlet kaynaklı engellere, bunların güçlendiriği korku ve kaygılara gelinmesi  de kaçınılmazdır; ki, doğru olur. Küresel gerçeklere bağlayanlar da çıkacaktır ki, burası da unutulamaz.

Ama, bir de 80 sonrasında bu ülkenin medyası, üniversitesi, aydını, sivil toplumu, yazıp çizeninin oynadığı rol var ki, konuşulmayacak gibi değil.  Bu kesimler küresel modaya  uyup kapitalizmin  zaferini alkışlayacaklarına, hem siyasette hem toplumdaki demokrasi yetersizliğini, bunun nedenlerini görüp konuşsalardı, en azından toplumun bu oyundan çıkma, çıkabilme umudu korunabilirdi. Ama yapmadılar.

Solun budanması gibi, sosyo-ekonomik hakların da elden gitmesine karşı çıkabilirlerdi, sustular. Siyaset, demokrasi derken, eşitsiz bir toplumda demokrasinin yeşermeyeceğini konuşabilirlerdi, konuşmadılar. Emek gibi bütünleştirici bir paydadan vaz geçerken, demokrasiyi gelişirecek güçlerden de vazgeçtiklerini düşünmeleri gerekirdi, düşünmediler. Kimlik, farklılık der ve devleti en büyük günahkar ilan ederken devletin ötesindeki ve içindeki güçleri görmeleri beklenirdi, istemediler.

Siyaset dünyası gibi düşünce dünyası da bu kadar güçten yana, bu kadar gerçeklere kör olunca, halkın siyasetten, demokrasiden uzaklaşması ve gemisini kurtaran kaptan demekten başka çare bulamamasını da anlamak zor olmasa gerek.

Zor değil , ama mesele de, buradan öte salim bir yol olmaması. Bu nedenle eleştirel olmaktan korkmayan birçok düşünür, böyle bir dünyada iyi bir şeylere varılamayacağından korkmakta.

Tüm bunlarla tırpanlanan sosyal devlet, zavallılaşan sosyal politikanın ne ilgisi var derseniz, kapitalist toplumda demokrasinin siyasal eşitlikle değil ancak sosyal eşitlikle can bulacağını, sosyal devletin temel meselesinin de sosyal eşitliği sağlamak olduğunu söyleyebilirim.

Demem o ki, küresel ve toplumsal eşitsizlik ve adaletsizlikler artarken, sosyal devlet ve politikların tırpanlanmasının demokrasiyi batıracağından da korkmak lazım. Bu sorunlar liberallerin derdi değil; sol küresel olmayı ve davanmayı  beceremiyor; bu durumda meydanın korkuları kullanan sağa kaldığını/kalacağını da görmek gerek. Bunun karşısında atomize olmuş bireylerden gelecek inisiyatiflere, facebook, twiter gibi sosyal medya ie gelişecek kurtuluşlara bel bağlayanlara da sormak kaçınılnmaz. Bu araçları kimler kullanacak, nereye yönelecek, neyi kurtaracak? Düşünelim bakalım!

Düşünmeye devam; haftaya...