Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Çağrımızın üzerinden tam bir ay geçti, “prompter”a hâlâ yeni karşılıklar geliyor. Bu durum Orhan Koçak’ın da dikkatini çekmiş olmalı ki, Birikim dergisinin bilgisunar sayfasında (www.birikimdergisi.com) değinmiş konuya. Koçak, “Ataç’a Saygı” başlıklı yazısının bir yerinde, biraz da alaycı bir dille şöyle söz etmiş okurlarımızın bu çabasından:

“Geçen günlerde Birgün gazetesinde Atilla Aşut’un dil köşesinde ilginç bir manzarayla karşılaştık: Nutuk’u özgün metninden şüphesiz okuyamayacak ve sözlüğe bakmaya da vakti veya mecali olmayan sayısız insan, yememiş içmemiş ve o ‘prompter’ lakırdısına ne yapıp yapıp bir Türkçe denk icat etmeye girişmişti: çoğu ‘cam’ sözcüğünü bir şekilde içeren deyimler, çoğu ‘parafraz’, ‘çevrimsöz’…”

Başlığı “Ataç’a Saygı” olan, ancak bu saygının en küçük belirtisini göremediğimiz yazısında, tam tersine, kibirli bir tavırla özleştirmecileri değersizleştirmeye çalışmış Orhan Koçak. Oysa önerilerini paylaştığım okurlar arasında dil işçiliğine önem veren değerli yazarlar, ozanlar ve yazın öğretmenleri de vardı. (Bu arada Koçak’ın birkaç kez yinelediği adımı doğru yazmadığını da not edelim ve gereksiz bir polemiğe yol açmamak için şimdilik bu kısa değiniyle yetinelim.)
• • •

Dilimizin imgelem evreni
Kimileri küçümsemeye çalışsa da, dilimizin sorunları üstüne düşünen, kafa yoran pek çok insan, Türkçenin özellikle Batı kökenli sözcüklerin akınından korunması için çaba göstermeyi sürdürüyor. Biz bu duyarlılığı çok değerli buluyoruz. Nitekim yazar, çizer ve ozan dostumuz Ümit Sarıaslan’ın mektubu da bizim gibi düşünenlerin az olmadığını gösteriyor:
“Abi selam. O sözcüğe dilimizden doğru düzgün bir karşılık aramak çabanı sürdürüyorsun. Gelen önerileri, yanı sıra açıklamaları vd. izliyorum.

Sadri Ertem, 1933’te yayımladığı Anadolu notlarına ‘Tren Penceresinden’ adını koymuştu. Onca yıl sonra sen dilin penceresinden bakıp düşünmeye çağırıyorsun okurlarını.

Sana gelen önerilerde öne çıkan bir özellik var. O sözcüğün genellikle Türkçeye çevrilmesinden hareketle yapılıyor gibi geldi bana karşılık bulma arayışları. Başka türlü nasıl olacak denilebilir. Bir de bizim dilimizin imgelem evreninden, çağrışım olanaklarından çıkarak illa birebir bir çeviri değil de o iş ve işleve uygun bir söz, sözcük bulunamaz mı? Sözgelimi hepimizin hep söylediği “Bak gör”ü birleştirerek “bakgör” diye bir karşılık oluşturamaz mıyız? (Gözümden kaçmamıştır umarım, aynı yönde yapılmış bir öneri yoktu değil mi?)”

“Bakgör”ün uygun bir karşılık olup olmadığı tartışılabilir. Ama sevgili Ümit Sarıaslan’ın gözünden kaçmış sanırım: Geçen hafta yer verdiğimiz Türkçe karşılıklar arasında bu sözcük de vardı ve öneriyi yapan okurumuz ise Suat Hayri Çillioğlu idi.

Bu arada ozan A. Kadir Paksoy’dan “okutaç”, Hasan Haluk Yalvaç’tan “okucam” önerileri geldi son olarak. Bunları da dizelgemize ekleyelim…

• • •

El koyulmaz, el konulur!
Adnan Oktar’a birçok ilde eşzamanlı operasyon çekildiği günün akşamı bir meslektaşım telefon etti. Hal hatır faslından sonra konuyu dil eleştirisine getirerek dedi ki: “NTV ekranında sabahtan beri ‘Adnan Oktar’ın şirketlerine el koyuldu’ diye altyazı geçiyor. Diyelim ki bunu yazan arkadaş Türkçeyi iyi bilmediği için yanlış yaptı; iyi de, o kanalda kendisini uyarıp ifadeyi düzelttirecek kimse yok mu?”

Bu “el koyma” konusu yeni değil. Reza Zarrab olayında daha yoğun biçimde gelmişti gündeme. O günlerde de kimi gazeteler, “Zarrab’ın mal varlığına el koyuldu” diye yanlış başlıklarla duyurmuştu haberi. İşte bir örnek, hem de çok satışlı bir gazeteden:

- “Türkiye’deki mal varlığına el koyuldu...” (Hürriyet, 2 Aralık 2017)
• • •

***

HAFTANIN NOTU

Safları sıklaştırma zamanı

15Temmuz 2016 gecesi Türkiye, Fethullah Gülen Cemaati’nin kanlı darbe girişimine tanık oldu. Devleti içeriden kuşatmış silahlı çete üyelerinin sokaklarda halka ateş açması sonucu 249 kişi yaşamını yitirirken binlerce insan yaralandı. Darbe girişimi yalnızca ağır can ve mal kaybına yol açmakla kalmadı, aynı zamanda ülkeyi İslami bir rejime dönüştürme çabasını yıllardır sürdüren AKP iktidarına da aradığı fırsatı altın tepsi içinde sunmuş oldu. Nitekim RTE de kendisine bugünkü “tek adam” konumunu sağlayan gelişmelerin başlangıcı olan 15 Temmuz’u “Allah’ın bir lütfu” sayarak bu gerçeği dillendirmiş oldu.

15 Temmuz’u fırsata çeviren AKP iktidarı, ülkeyi o gün bugündür OHAL’le yönetiyor. Kendileri “Hocaefendi”yle sarmaş dolaşken Gülen Cemaati’ne karşı savaşım veren binlerce solcu, kargaları bile güldüren “FETÖ’cülük” suçlamasıyla işinden oldu, kamu kurumlarından atıldı, özlük haklarından yoksun bırakıldı, kimileri de tutuklandı. Yargı tümüyle Saray’a bağlandı, medya susturuldu, Meclis etkisizleştirildi. Türkiye artık tek kişinin iradesine bağlanmış durumda. RTE’nin ağzından çıkan her söz “kanun hükmünde” sayılıyor! Yasaları bile bir fermanla ortadan kaldırabiliyor Koca Reis! Buna karşılık muhalefet cephesi dağınık ve şaşkın! İçine girdiğimiz yeni rejimin niteliğini bile yeterince kavramış görünmüyorlar.

Oysa tam da Nâzım’ın “derlenip dürülmesin bayraklar” dediği günlerdeyiz. “Safları sıklaştırın çocuklar, /
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.”