Günlerdir yeniden alevlenen şiddet ve terör, yaşadığımız acı ve kayıplarla perişanız. Bunların yanı sıra, bir yanda şiddet dili, öte yanda fırsatçılığıyla öyle bir siyaset dünyası da var ki, kâbus demek! Bu kâbustan uyanmak için bunca yıldır kan revan içinde acı çeken milletin “öğrenen” bir yanı olduğunu düşünmekten başka bir yol da yok. Bunca çirkin oyuna karşın tek çıkış yolu orada ve onlarda; bu nedenle demokrasi güçlerine de çok iş düşmekte.

Yüzde 13 oy almış bir parti ile ona oy verenlere “şerefsizler” diyecek kadar demokrasiden nasibi almamış olan Bahçeli ve MHP’liler mesela! Kendi varlıkları, oy hesapları her şeyin önünde olduğundan, Erdoğan barış sürecinden vazgeçince, onların da, daha öte söylemler arama gereği duyduklarını anlayabiliyoruz. Anlıyoruz da, öyle bir gözü dönmüşlük ki, neresinden baksan yanlış, neresinden baksan haksızlık olmakla kalmıyor; bu dille, ülkenin barış sürecinde aldığı yolu çöpe attıkları gibi, aynı zamanda Türkiye’yi Afrika’da demokrasi denemeleri yapan bir “kabile devletine” indirdiklerini de göremiyorlar.

Bana en çok batan kısmı da burası; yoksa onlar şerefsiz dedi diye ne HDP’liler, ne de onlara oy veren bizler şerefsiz oluruz. Aksine, HDP’nin Türkiyelileşmesi gibi, HDP’ye oy verenler de, bu ülke için ancak umut olabilir.

Bu şiddet dilini mazur göstermek için medyada atılan taklalar da ilginç! Örneğin Bahçeli, “şerefin” tanımını vermiş ya, Mehmet Barlas da, Meclis’te edilen yemini konu ederek, buradan HDP’lilerin verdikleri şeref sözüne gelmekte. Yemin şöyle: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma, toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma, büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”

İyi hoş da, yeminde “milletin bölünmez bütünlüğü” gibi, demokrasi, hukukun üstünlüğü, laiklik, insan hakları gibi şeref sözü verilen daha birçok ilke var. Ve son yıllarda bunların tümünü yitirmekten mustaribiz; müsebbipler de malum! Yani, buradan gidersek “şerefsizlik” meselesinde batağa saplanmak mümkün! Ama anlaşılan, işine geldiğinde at gözlüğüyle bakmayı yeğleyen biri için dert değil!

Sayıp dökmekten ben usandım ama insanı zorluyorlar. Yıllardır, yukarıda sayılan tüm ilkelerin iktidar tarafından ve keyiflerince yeniden tanımlandığını görmedik mi? Sandıktan ibaret bir demokrasi yaşamıyor muyuz; medyadan üniversiteye, sendikadan meslek odasına kadar özerk ne kadar kurum, ne kadar denetim mekanizması varsa, hepsi “kendi var işlevi yok” hale dönüşmediler mi; hukukun üstünlüğü denilen şeyin, hükümetin “hukuk” olduğu, bunun da “kapkaç hukukla keyfe, kişiye göre hukuk” anlamına geldiği görülmüyor mu?

Basın özgürlüğü ise, epeydir ortada neyin görüleceği, neyin yazılacağına ilişkin buyrukların dolanması anlamına gelmedi mi?

Kısacası ortada bir yemin ve yeminde sayılıp dökülenler var ama sayılıp dökülenlerin söylemden öte bir işlevi kalmamış. Bunları bilip öğrenmek, konuşup tartışmaksa yasaklanmaya çalışılmakta. Basın özgürlüğüne vurulan darbelerin anlamı bu.

Biliyorlar ki, Türkiye halkları savaşa yeter demiş, evladını askere yollayan ailelerin yürekleri biraz serinlemiş, ama “beylerin” gönlü, insanlara barışı da, barış için müzakere ve uzlaşmayı da çok görmekte. Görüyorlar ki, dağa çıkan gençler ve aileleri “ovada normal” bir yaşamın olabileceği rüyasını görmeye başlamış, ama onlar, ovada siyaseti yeğleyenlerin önünü tıkamakta. Can acısıyla da, ne olacağı korkusuyla da, silahlanmaya giden parasıyla da, şiddetle bozulan toplumsal psikolojiyle köylü, kentli milyonlarca vatandaş büyük bedeller ödemekte, ama onlar hâlâ düşmanlık ve savaştan, ölüm ve ayrışmalardan medet ummakta.

Onun için, hem savaşa karşı durmak hem seçim sonuçlarını eğip bükerek buradan istediğimi nasıl çıkarırım hesabını yapanların giriştikleri oyunları bozmak gerekiyor. Onun için bilmek, öğrenmek, konuşmak; onun için özgür basına sahip çıkmak durumundayız. Onun için ”terörü lanetlerken, canım, huzurum, güvenim ve geleceğim için barışı ve barıştan yana olanları istiyorum” diyenlerin Türkiyesi’ni yaratmak durumundayız.