Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

AKP iktidarında, her alanda olduğu gibi dilde de gericileşme hız kazandı. Dil Devrimi’nin kazanımları bir bir yok edilmeye çalışılıyor. Osmanlıca zorlamasıyla okullarda yeniden “eski dil”e dönüş başladı. Bir yandan Batı kaynaklı sözcüklere savaş açan “yerli ve milli” politikacılarımız, öte yandan Arapça ve Farsçaya güzelleme yapıyorlar.

Bugün, çok değerli üç aydınımızın dildeki yozlaşmayla ilgili görüşlerine yer vereceğim. Hepsi de Türkçe konusundaki genel özensizlikten ve bilgisizlikten yakınıyor…

İlk mektup, Özdemir İnce’den. Onu tanıtmaya gerek var mı? Yetkin bir ozan, çevirmen, eleştirmen ve deneme yazarı. Türkçe konusunda nasıl titizlendiğini ise yazılarını okuyanlar bilir. Özdemir İnce, Halk TV’nin (onlar ‘Halk Ti Vi’ demeyi yeğliyor!) bir tanıtım kampanyasında kullanılan “Özel yapım Atamızın imzası” sözüne takılmış. Bu tümcenin nasıl bir aymazlık olduğuna değinen İnce, adı geçen televizyon kanalına tepkisini şöyle seslendirmiş mektubunda:

“Değerli Kardeşim Attila,
‘Dilin Kemiği’ ile çok önemli bir iş yapıyorsun. Ancak bu gazeteci ve yazıcı tayfasının adam olmak olasılığı çok zayıf. Yazılarımda hep ‘tamircilik’ yaptım ve hiçbir sonuç alamadım.
Senden bir ricam var. Şu cümleyi oku: ‘Özel yapım Atamızın imzasının yer aldığı bilmem ne...’
Bu cümlede ‘Özel yapım’ olan Atamız mı, yoksa “bilmem ne mi?” Elbette “bilmem ne” değil “Atamız”! Atamızı özel olarak imal etmişler.
HALK TV’nin hediye reklamlarına bakarsan bu olağanüstü (!) dil kullanımını görürsün ve duyarsın.
Lütfen bir bak!
Selam ve sevgi ile,”
Özdemir İnce
(27 Şubat 2017)


•••

İkinci mektup, Orhan Kurmuş’tan. Kurmuş’la 1973 yılında Londra’da iktisat doktorası yaparken tanışmıştık. İngiltere Türkiyeli İlericiler Birliği (İTİB) üyesiydi. Yurda dönünce ODTÜ’de öğretim üyesi olarak çalıştı. “Emperyalizmin
Türkiye’ye Girişi” ve “İktisat Tarihinin Doğuşu” kitaplarının yazarıdır. Aynı zamanda ödünsüz bir Türkçe sevdalısıdır.

Gazetelerde gördüğü yanlışları ilgili yayın organlarına iletmekten geri durmaz. Örneğin Güray Öz’ün Cumhuriyet’teki “Okur Temsilcisi” köşesinde zaman zaman yayımlanan uyarılarını okumuş olanlarınız vardır. Tam kırk beş yıldır hiç görüşmemiştik. Bunca aradan sonra gelen mektubu sevindirdi beni. Orhan Kurmuş, İngiltere’deki ortak arkadaşlarımızı anarak başlamış söze:

“Yıllar sonrasından merhaba! Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa en son 1973 yılı sonlarına doğru (Londra’da), Jenner Road, 10 numarada, yoğun bir sigara dumanı ve kokusu içinde, kapkara demli bir çay eşliğinde konuşmuştuk. O zamandan bu yana bir daha görüşmek kısmet olmadı. Ara sıra Cavlı (Çulfaz), Aydan (Bulutgil) ve Cahit’i (Baylav) görüyorum ama diğer arkadaşlarla da bağımız koptu gitti.

Yazılarını zevkle okuyorum. Hele bugünkü yazın çok hoşuma gitti. Ama bir itirazım var: Dilimizdeki ölü kelimeleri yanlış biçimde kullanmakta ısrarlı davrananların bir bölümü bunu modaya uymak için yapıyor olabilirler ama bir başka bölümü ise (ki bunlar okumuş insanlar) allame-i cihan olduklarını kanıtlamak için ve yaptıkları yanlışlıkların başkaları tarafında fark edilmeyeceğini sandıkları ve daha da kötüsü, bu yanlışlıkların farkında bile olmadıkları için yapıyorlar. Yıllardır bu yanlışları not edip bir dosyada topluyorum. İşte sana birkaç örnek:
-Kıymet-i harbiyeden düşmek,
-Nam-ı diğer adı Mersinli Ahmet olan…,
-Örnekten numune almak,
-Kaçarak firar etmek,
-Zülf-ü yaresine dokunmak,
-Şartlar ve koşullar…
Bunları saymaya devam edebilirim ama sanırım bu kadarı yeterli. Ama bir şaheseri zikretmeden bu listeyi bitirmek istemiyorum: Enis Batur, Cumhuriyet gazetesinin Kitap ekinde, hem de iki ayrı kez, ‘derkenara yazı yazmak’ diye yazdı. Yahu, ‘derkenar’ zaten ‘kenara yazılan yazı’ demek!

Sevgi ve özlemle kucaklar, gözlerinden öperim Hasan Abi (sana öyle derdik değil mi?)

Orhan KURMUŞ

(22 Mayıs 2017)


(A. A.’nın notu: 12 Mart sonrası gittiğim İngiltere’de beni herkes “Hasan Abi” olarak tanıdı. Bu ad üzerime öylesine yapıştı ki, Türkiye’ye döndükten sonra da çoğu arkadaşımız gerçek adıma alışamadı; bana hâlâ “Hasan Abi” demeyi sürdürüyor!)

•••

Prof. Dr. Ruşen Keleş’i herkes tanır. Siyasal Bilgiler’in kıdemli öğretim üyelerindendir. “Kent ve çevre politikaları”, başlıca uzmanlık alanıdır. Bu konuda sayısız yapıt kazandırmıştır yazınımıza. Onun daha az bilinen bir yönü ise dilciliğidir. Uzun süre Türk Dil Kurumu’nda Yönetim Kurulu Üyeliği yapmış, bu arada “Kentbilim Terimleri Sözlüğü” adlı önemli bir çalışmaya imza atmıştır. İşte Ruşen Keleş’in beni onurlandıran mektubu:

“Değerli Kardeşim Attila Bey,
Dünkü BirGün gazetesindeki yazınızı dikkatle okudum. Sizi kutluyorum. Elinize sağlık. Biliyorsunuz, 8. Türk Dili Kurultayı’nda, ‘Harf Devrimi’ sonrasındaki ‘yanlışlardan’ da söz edildi. Yanlışların ayrıntılarına girmeye cesaret edemediler. Cumhuriyet karşıtlığını her fırsatta yineliyorlar.

Sizin yazınızda önemle üzerinde durduğunuz ‘Arena’ takıntısı ne denli haksız ve yersiz ise, Galatasaray Kulübü yöneticilerinin, bu tavrı buyruk ‘telakki edip’ Arena adını büyük bir hızla ‘stadyuma dönüştürme’ kararı almaları da o denli yakışıksız ve öğretici.

Türk dilinin canına okudular. Gerçek Türk Dil Kurumu’nda 8 yıl Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptığım yıllarda sürekli olarak yakındığımız Dil Devrimi karşıtı başkaldırılar, bugün yaşadıklarımızın yanında hiç kalır diye düşünüyorum.

Güzel yazılarınızı ilgiyle izliyorum. Başarılarınızın sürekli olmasını diliyor, sevgilerimi sunuyor, gözlerinizden öpüyorum.”
Ruşen KELEŞ
(30 Mayıs 2017)


•••

Bugün bayram…
Nuriye ve Semih ölürken ve de yüzlerce meslektaşım cezaevindeyken…
Bayram benim neyime, kan damlar yüreğime!