Geçen yazımda, beni oldukça etkileyen “Hüznün Fiziği” adlı kitaptan söz etmiştim. Bu yazı üzerine, Demirtaş’ın kendisini ziyaret eden yazarlara “neden umut forumu düzenlemiyor aydınlar ” dediğini duyunca, bu kez de aklıma “umudun fiziği” düştü... Umudun fiziği nasıl bir şey olur?

Soru önemli; çünkü umut yoksa üretmek, varsa güçlendirmek, sınırlıysa genişletmek için umudun fiziğini az çok çözmek gerekiyor.

Umutla ilgili yaşanmışlıklar, deneyimler içinden süzülüp gelen sözlere şöyle bir baktım:

»“Umut fakirin ekmeğidir.”

»“Her şeyin yok olduğu anda bile umut vardır.”

»“Umut, eziyetin süresini uzatır.”

»“Umut, çalışkanın rüyasıdır.”

»“Umut inatçıdır, beklemeyi bilir.”

»“Umut küçük çocukların hevesi gibidir, bir gelir, bir kaybolur.”

»“Umudunu kaybetmiş olanın, kaybedecek başka bir şeyi kalmamıştır.”

Görüldüğü gibi, oldukça karışık bir durum var ortada. Kimi, vazgeçilmez bir şey olarak bakıyor umuda, kimi de, bir aldanış olarak... Kimi, her şeyin yok olduğunda bile umudun var olacağını söyleyecek kadar umutlu, kimi de çalışmayı işaret etmek gibi gerçekçi olmak ihtiyacında...

Buradan “umudun fiziği” ile ilgili neler çıkarılabilir?

Kuşkusuz umut yaşamla ilgili ve her canlını hayatta kalmak için verdiği mücadelenin bir diğer adının “umut” olduğunu söylemek mümkün. Umut ve mücadelenin yaşamın iki farklı yüzü olduğu sonucuna da varılabilir.

Dolayısıyla umudun fiziğinde, hem hayal hem mücadele gibi iki enerji kaynağı olduğunu düşünebiliriz sanıyorum.

Ancak umut yalnız bireysel değil toplumsal bir niteliğe de sahip ve toplumsal konumu itibariyle durum daha karışık. Örneğin umut ya da umutsuzluk toplumlara göre değiştiği gibi zaman göre de değişebilmekte; hatta toplumun bazı kesimleri için umut, bazı kesimleri için umutsuzluk anlamına gelebilmekte!...

Bunların nedenleri tartışılabilir, ama bunlara girmeyeceğim. Buna karşın, insanlar gibi toplumların da umuda ihtiyacı olduğunu, toplumsal anlamda umudun ise “meta” haline dönüştüğünü söylemem gerekiyor.

Bunu en iyi bilen ve kullanan da siyaset dünyası!...

Umut, siyasetin dünyasının kullandığı en etkin “araç” konumunda. Siyasetçiler de, farklı siyasetler ve farklı umutlardan yola çıksalar da, önünde sonunda “umut tacirliği“ yapmaktalar!... Bir bakıma siyasetçilerin umudun fiziğini çözdüklerini söyleyebiliriz.

Örneğin Türkiye’ ye gelirsek, son 16 yıldır Türkiye’de birileri için umut, ötekiler için umutsuzluk kaynağı olan bir siyasetin varlık kazandığı ortada. Bir kesimdeki umudun kaynağı olan siyasetçi de biliniyor; Erdoğan.

Buna karşın, siyasal muhalefet “umut” olmaktan giderek uzaklaşmakta. CHP, uzun süredir umut ve heyecan yaratmayı ve pazarlamayı başaramıyor. HDP’nin 2015 seçimleri sonrasında yarattığı umut ve heyecan ise-yüzde 10 barajını aşmış ve Meclis’e girme başarısı göstermiş olsa da- giderek sönmekte.

Bu başarısızlığın nedenleri konusunda çok şey söylenebilir; bunlar arasında . 16 yıllık AKP iktidarının başta rejim değişikliği olmak üzere Türkiye’ye dayattığı değişiklikler de var.

Ancak, muhalefetin güçsüz konumdan ve umutsuzluktan çıkışının yolu iktidara eleştirmekten geçmiyor; bu ortada!... Birincisi, iktidar bu değişiklikleri bilerek, isteyerek getirmiş; eleştirilere aldırdığı yok. İkincisi, eleştirilerin hüküm kazanması, ancak bunları paylaşanların büyütülmesi ve alternatif olma umudu yaratılmasıyla mümkün.

Oysa durum tersine işliyor. Siyasal muhalefetin dile getirdiği eleştiri ve kaygıları çok daha geniş kesimlere taşıması gerekirken, nicedir kendisi eleştiri kaynağı olmuş durumda!...

Bu koşullarda Demirtaş’ın umut forumu çağrısının bir anlamı var ve bu çağrıyı konuşmak gerekiyor.

Bu konuda, ilk olarak, umut arayışını aydınlardan beklemesinin bana pek doğru görünmediğini söylemek isterim.

Aydınlar durum saptamakta çok iyidirler; ancak eyleme dönük siyaset açısından diyecekleri, yapacakları fazla şey yoktur. En fazla bildiri yayınlarlar!... Bugün ise Türkiye’nin muhalif kesimi bildiri değil siyaset beklemekte; o nedenle sorumluluk da, umut yaratmak da siyasetçilere düşmekte.

Örneğin, bu öneri üzerine bir arkadaşımla yaptığım yazışma bazı noktaları hatırlattı bana; şöyle diyor: “Evet, Demirtaş'ın önerisini ben de içim acıyarak okudum tabi. ‘Bi şey yapın’ diyor adam. Tatil havasından çıkın hiç boşa söylenmiş bir laf değil. Ama ‘umut’ için, aynı zamanda hedef, angajman, örgütlülük filan lazım. Bunların birçoğu ülkenin Doğusunda daha çok var - Batı ise başka hikaye.”

Evet, Batı başka hikaye; farklı toplumsal kaygılar; farklı aidiyetler; solda bile çok parçalı yapılar, farklı öncelik, farklı kavgalar var. Kimlikler, geçmişler, ideolojiler, düşünceler olarak farklılıkları ve kendi dışındakilere karşı koydukları ”sınırlar, sınırlamalar” var. Bunların aşılması kolay olmayacağı gibi, bu parçalı ve dağınık yapıyı ortak bir umut ve hedef etrafında birleştirmek de hiç kolay değil

Ancak durum böyle olsa bile, Türkiye’nin gerçeğiyle ilgili bu kaygı ve kısıtlamaların aşılması siyasetin, siyasetçinin işi...

Umut ve alternatif” olabilmek için, siyasal muhalefet bu bölünmeleri ve sınırlamaları aşmak durumunda. Büyümek ve güçlenmek buna bağlı; umut olabilmek buna bağlı... Aydınların rolüne gelince, aydınların bu kısıtlamaların aşılmasında bazı önerileri olabilir; ancak bunları hayata geçirecek olan siyasetçilerdir.

Sonuç olarak bugün önemli olanın, siyasal muhalefetin bu umuda cüret etmesi ve yola çıkması olduğunu düşünüyorum.