Karşımızda, pervasızca ama sistematik olarak yalan söyleyen, üstelik bunun için bir metodoloji geliştiren, artık sabitleşmiş bir yönteme başvuran bir iktidar var. Basitçe “Hakikati baş aşağı çevirme, ters yüz etme” diye tarif edebileceğimiz bu yöntemin ise iki boyutu var. İlk boyutta, aslında kendisine ait olan nitelikleri, kendi zihniyetini ve kendi icraatlarını, hasım olarak seçtiklerine yükleme, onlara yansıtma bulunuyor.

Örneğin, kendileri yıllarca Cemaatle koalisyon ortağı olmuşken CHP’yi FETÖ’cü ilan etmek, 2010 referandumunu Cemaatle birlikte yapmışlarken yargıya Cemaati CHP’nin yerleştirdiğini iddia etmek, “Hayır” çalışması yapmak adeta fiilen yasaklanmışken, “Evet” diyenlere baskı yapıldığını söylemek, ekonominin hali ortadayken Avrupa ekonomisinin çöktüğünü ilan etmek, Ahmet Şık ve onlarca gazeteci tutukluyken Avrupa ülkelerini demokrasiye ve AB değerlerine ihanetle suçlamak, cihatçılara destek verirken Suriye’de barış istediğini iddia etmek, Barzani’yi desteklerken Irak’ın toprak bütünlüğünü savunduğunu söylemek…
Örnekler çoğaltılabilir ama bu yazı bağlamında bizi ikinci boyut ilgilendiriyor, o boyut ise şöyle tarif edilebilir: Hakikati baş aşağı çevirip ters yüz ederken, yaptıklarını inkâr, yapacaklarının yaratacağı sonuçların ise tam aksini iddia etmek. Referandum kampanyası bu sözünü ettiğim şeyin mükemmel bir örneğini oluşturuyor, o yüzden hemen bakalım.

İktidara göre, bu anayasa ile birlikte rejim değil sistem değişiyor. Bu açık bir şekilde yalan, çünkü sistem ve rejim, “parlamenter sistem/parlamenter rejim” örneklerinde görülebildiği üzere birbirinin yerine kullanılabilen sözcükler. Bu değişiklikle açıkça Türkiye parlamenter rejimden, bambaşka bir rejime, başkanlık bile demenin zor olduğu bir tek adam rejimine geçiyor. Egemenlik ulustan ve parlamentodan alınıp, tek kişiye ve Saray’a devrediliyor, yani rejim değişiyor.

İktidara göre, bu sistemle birlikte kuvvetler ayrılığı güçlendiriliyor, yani yasama, yürütme ve yargının birbirlerinin alanlarına müdahalesi zorlaştırılıyor, güç devlet aygıtı içerisinde dağıtılıyor. Oysa tam aksine, bu değişiklikle hem yasama hem de yargı, yürütmenin kontrolüne geçerken, yürütme içinde de başbakanlığın tasfiyesiyle birlikte, bütün güç, denetlenemeyen bir kişinin elinde toplanıyor. Bu güç, partisinin genel başkanı olacağından vekilleri kendisi belirleyeceği ve sistem cumhurbaşkanı ile iktidar partisinin aynı partiden olması esası üzerine kurulduğu için, parlamento, yani yasama üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurabiliyor. Aynı şekilde, yüksek yargı üyelerini hem doğrudan hem de kontrol ettiği parti dolayımıyla atayabileceği için yargı üzerinde tek adam vesayeti kuruluyor.

İktidar, yapılan değişiklikle Meclis’in temsil yetkisinin arttığından ve güçlendiğinden söz ediyor. Bir kere vekil sayısını artırmak temsil yetkisini güçlendirmek için yeterli değil, çünkü seçim barajı orada duruyor. Meclis ise hiçbir şekilde güçlenmiyor, çünkü güvenoyu uygulaması da gensoru uygulaması da ortadan kaldırılıyor. Meclis bakanları ve Bakanlar Kurulu’nu hiçbir şekilde denetleyemiyor. Dahası Cumhurbaşkanı ülkeyi kararnamelerle yöneteceği için Meclis’in yasa yapma yetkisi fiilen yok ediliyor. Bütçe yapma hakkı da, OHAL ilan etme yetkisi de Meclis’ten alınıp tek kişiye veriliyor. Cumhurbaşkanı’nın veto yetkisi güçlendiriliyor ve bu da Meclis’ten tek adamın istemediği kanunların çıkmasını imkânsız hale getiriyor. Yani aslında Meclis ortadan kalkıyor, dekor haline geliyor.

İktidarın iddia ettiği üzere yapılan değişiklik Cumhurbaşkanı’nın yargılanmasını kolaylaştırmıyor. Aksine, 600’e çıkacak milletvekillerinin 400’ü onay vermediği sürece Cumhurbaşkanı işlediği suçlardan -ki bunlara adi suçlar da dâhil- yargılanamıyor; ayrıca aynı sayı görevi bittikten sonra da isteniyor. Yani görev süresi bitse dahi, Cumhurbaşkanı’nın yargılanması için 400 vekilin “Evet” demesi gerekiyor.

Cumhurbaşkanı’nın Meclis’i feshedemediği, sadece seçimleri yenileyebileceği de yalan, çünkü Cumhurbaşkanı herhangi bir gerekçe göstermeksizin, görev süresi dolmamış olan Meclis’i seçime götürebiliyor ve buna anayasa hukukunda “fesih yetkisi” deniyor. Partisinin genel başkanı olduğu için de istemediği kişileri yeniden aday yapmama gibi bir gücü bulunuyor. Meclis ise ancak 360 vekilin istemesi halinde seçimleri yenileme yetkisine sahip. Buna bağlı olarak, “Cumhurbaşkanı sadece iki dönem için seçilir” iddiası da yalan, eğer ikinci dönemin sonunda Meclis seçimleri yenileme kararı alırsa, Cumhurbaşkanı bir dönem daha aday olabiliyor.
Yardımcıların ve bakanların seçilmiş olmadığı, görev kriterlerinin ve sayılarının ne olduğunun bilinmediği, Cumhurbaşkanı dışında kimseye karşı sorumlu olmadıkları, beş yıl sonra yapılacak seçimler dışında hiçbir hesap verme mekanizmasının bulunmadığı, her şeyin tek adamın iki dudağı arasında olduğu, devletin ve ülkenin tek adama zimmetlendiği garabet bir sistemi türlü yalanlarla önümüze getirip onaylamamızı istiyorlar.
16 Nisan’da “Hayır” demek, her şeyden önce, sistematikleşmiş yalana, yalanın saltanatına, bu yalanlar rejimine “Dur” demek anlamına gelecek işte tam da bu nedenle.