Sivas acısını doğru dürüst tartışamadan yargılama bitti. Faşizme yenildik. Belki insan tam da böyle bir mahlûk! Kimi saldırgan, sevimsiz, sevgisiz, kimi yenilgilere eklenmek ister halde

Elli yaş için buruk günce...

2/9 Temmuz 2016

1. Okumak dışında elden ne gelir. Her daim aydın kimselere düşmanlığın egemen olduğu bir ülkede soluk alamıyorum işte. Benden önce kimler aynı yazgıya yenik düştü. Sivas acısını doğru dürüst tartışamadan yargılama bitti. Faşizme yenildik. Belki insan tam da böyle bir mahlûk! Kimi saldırgan, sevimsiz, sevgisiz, kimi yenilgilere eklenmek ister halde.

İstanbul’dan sıkıntı duyuyorum. Sanki çevresi iyice çevrildi. Bir dikenli teller eksik. O görevi her yandan pıtrak gibi biten, çirkin, karanlık binalar üstlenmiş halde. Bildiğim sokaklar yok. Tanık olmak istemediğim için bu yok oluşa, kendi kabuğuma kapanıyorum. Kapım kapalı herkese! Eskilerden gelen dostlarla konuşuyorum konuşmasına da; onlar beni dinliyor mu, ben onlara bir cümle kuruyor muyum, emin değilim artık. Boğuluyorum gün be gün.

Açıklık istiyorum. Beton binaların gölgelemediği bir açıklık… Denize uzun bakıyorum. Dile gelecek sanıyorum, buna inancım tam.

Okumak en iyi seçenek gibi duruyor. Sabaha kadar uykum gelesiye, uykudan kurtulmak için delicesine okuyorum yine. Aralıksız. Her kaçırdığım dakika üzünç oluyor bana. Sonra kitaplardan sıkılıyorum. Ne acı. Çözüm değil okumak ve tek talihimiz okumak. Evdeki kitapları azalttım sanıyorum, sonra, acayip bir dağ oluveriyor önümde kalan kitaplar.

yanginimiz-kullenmedi-hala-158096-1.

2. Bir köy kütüphanesi kurmak için çabalıyorum. Palamutbükü’nde, elinde “Şimdiki Çocuklar Harika” yazan bir genç kız görmek ne güzel. İştahla Aziz Nesin okuyor. Ne çabuk büyüdü Nehir. Demek ben yaşlandım. Belki yirmi yıldır aynı masalarda oturdum, benzer yerden denize baktım, gündüz rakısını içtim bu kıyı kasabasında. Abisi topçu olacak. O da büyüdü. Muğla’da oynuyor. Sordum Nehir’e ne diyor Aziz dede diye.

“Ben bütün çocukları severim. Sade kendi çocuklarımı değil, hepsini. Çingene, Kürt, Alman, yoksul, zengin, kız, erkek hepsini” dedi. “Bizi de severdi, tanısa” diye ekledi sonra. Kitap okumaya bayılıyor. Diğer çocukların elinde telefon, oynuyorlar. Nehir okuyor. Bir de harçlığını çıkarmak için çalışan Begüm var. Deniz yüzünü güzelleştirmiş. Liseyi bitiriyor. Üniversiteye hazırlanıyor. “Ne okumak istiyorsun?” dedim. “Psikolog olacağım” dedi. Emin kendinden. Okumayı çok seviyor. Bir ara konu açıldı da, psikiyatrist ile psikolog farkını anlattı çevredekilere. Şaşkın baktım.

Onca kitap basılmasına karşın, hala sıkıntı çekiyor kimi yerler. Oysa Datça artık bayağı ayakaltı! “Kütüphane kuralım birlikte” dedim. Sevindiler. Dostlar Lokantası’nın sahibi Tayyar hemen yaptırdı küçük bir kütüphane. Ben de İstanbul’dan bir miktar kitap götürdüm. Şimdi gelişiyor denize bakan kitaplığımız.
2 Temmuz günü Sivas’ta çocukların tümünü seven Aziz Nesin’i yakmaya kalktıklarını biliyor mu acaba Nehir ve Begüm?

yanginimiz-kullenmedi-hala-158097-1.3. Selçuk Baran’dan “Solgun Bir Adam”ı bitirdim. Belki bir günce tutma fikri oradan iyice biçimlendi. Roman ilerledikçe Selçuk Baran’ın yaşamından kesitler gördüm. Yaşamın kıyısına düşmüş, sığınmış demeliyim belki, yetenekli, entelektüel bir kadının intiharı bu. Sanki kimseler okumasın diye yazıyor, ciddiye alınmadığını hissediyor da, bir yandan da “kimin umurusunuz ki siz” diyor roman.

Alkol meselesi üzerinde durmak lâzım. Arkadaş mı sahiden kadehler? Söz bitince yahut, mecbur mu kalıyor insan akşam içmelerine? Eğer dostlar yokken, bir başına, alkolle sağaltmaya başlıyorsa insan yalnızlığı, tehlike çanları çalıyor demektir. Deniz kıyısında içki içmek güzel! Sıcaklarda içilmiyor gerçi. Geçen gün, bir kıyı meyhanesinde, denizden teni ürperten bir rüzgâr eserken içiyorduk ne güzel. Arkadan bir patırtı koptu. Çingene müzisyenler gelmiş, hafif kafayı bulmuş ahali şarkı söylemeye başlamıştı. Bizim insanımız müziğe yabancı, gürültü dinliyor, bağırarak söylüyor…

Herkes biraz solgun geliyor bu günlerde bana.

Açıklığa yelken açmak isterim elbet. İnsan kendinden kaçamaz ki, bilirim.

4. Bayram trafiğinden kaçmak için ters yöne yol aldık. Herkes yollara dökülmüş, tatile giderken, biz İstanbul’a, evimize döndük. Yollar kalabalık, sıcaklar insanları kavurmuş, düşünmeye engel halde. Köprü açıldı ya, Osman Gazi, sanki kendi paralarıyla yapmış gibi hava attılar bize. Devletin baba olmasına ikna olmuş toplum, boyun eğiyor işte. İtiraz edenin de sesi işitilmiyor.

Geçen gün Elıe Wıesel öldü. Nazilerin elinde esir düştüğü günleri yazarak yaşama tutunmaya çabalayan bir edebiyatçıyı yitirdik. “Gece”yi okudum bir solukta. Adım adım nasıl geldiğini faşizmin gördüm yeniden. Belgeseller de izliyorum. Ama okumak çok daha etkili… Beden acısına katlanıyor insan bir yere dek, ruhun tükenişi bambaşka. Annesi ve kardeşini SS subayları yakıyor. Bir çocuk, pencereden bakıyor göğe, orada bir baca var ve oradan gri bir duman yükseliyor. Kardeşi ve annesi artık kül olmuş, göğe doğru yükselen bir duman, izleri siliniyor. Asla unutmayacağım diye yazmış Wıesel. Unutmak? İnan bencildir, unutmak için yaşar… Hep sığındığı tanrıyı arıyor çocuk. Yok. Bir yerde, meczup saydıkları esasen tüm olacakları önceden haber veren Şamaş Moşe şöyle diyor; “Ben bendeki Tanrı’ya, ona gerçek sorular yöneltebilecek gücü bana vermesi için dua ediyorum”

O günden sonra bir daha tanrıyı görmüyor, işitmiyor, hissetmiyor çocuk.

yanginimiz-kullenmedi-hala-158098-1.

5. Evde olmak güzel!

Neden böyle bir günce tutuyorum şimdi? Yaşadığımız günün izini iyice elekten geçirdikten sonra, bir yanıyla damıtılmış biçimde paylaşmak bu. Okurla yazar arasında karmaşık bir ilişki var. Kaç gündür, kitaplar ve satış ilişkisi üstüne tartışıyorum kendimle ve çevremle. Bir okura ulaşmanın sorumluluğu var elbet. Eğer bu okur için yazmak ya da okurun esiri olmak anlamına gelirse fena. Sosyal medyada sabah kalkıyorum hep tartışma, büyük kavgalar bitmiyor. Edebiyat hem kavga becerisi ister, hem serinkanlı olmayı.

Yeni dönem dergilerden hiçbirini okumadım. Sanki bana yazmış değiller. O halde neden okuyayım? Dergiler, kitaplar bir davet yapar, kime olduğu bellidir. Bu dergiler üzerinden çıkan büyük tartışmaları sıkıcı buluyorum. Hoşgörü tiksindirici bir kavram… Zaman kaybı bu… Okuyucu, eğer edebiyat peşindeyse gider bulur iyi kitabı. Kötüye yenik düşmek, tutsak olmak yazgı değil ki! Herkesi kurtaramayız. Enis Batur’un “Başkalaşımlar”ı başucumda duruyor. Adamın yazma hızına yetişemiyorum. İyi bir okuruyum oysa. Çalışkanlığı imrendirici, bazen kuşkuya düşmüyor da değilim. Hep bilmediğimiz yerden yazıyor. Acaba bizi kandırdığı oluyor mu? Eskiden de muhafazakâr yanlarım var mıydı, bilmiyorum. Ama anladım ki, ev koruyor insanı. Artık sıcağa hiç dayanamıyorum.

6. Teknoloji beni hem yoruyor, hem de eksikli hissetmeme neden oluyor. Emektar müzik setim artık iflas etti. Uzun zamandır tamirciyle didişiyoruz. Daha doğrusu ben aygıtın ölümünü kabullenmiyorum! Eskiden plaklar vardı. Ben yetiştim bir süre. Sonra kasetler geldi. Evde yığınla birikti, arşivledim. Sonra çöp oldular. Yüzlerce cd edindim. Şimdi hepsi değersiz! Aygıt da bozuldu. Yedek parçası üretilmiyor. Ben arşivimden çıkardığım cdleri ((compact disc) o aygıtta, o tını da dinlemek istiyorum.

Tamirciyle dost olduk artık. Benim müzik setimin sahiden değerli olduğunu, sesinin nadir bulunan kalitede çıktığını ve bu yüzden son nefesine dek yaşaması için yardımcı olacağını söyledi. Ama artık öldü, dedi. İşte bunu anlamıyorum. Bir anda yüzlerce cd ile ortada kaldım. Akıl vermeye meraklı ne çok kimse varmış meğer. Hepsine sinirleniyorum. Ben yeni bir biçim istemiyorum. O aygıta, o cdleri yerleştirip, bildiğim ve sevdiğim yaşama devam etmek istiyorum. Kimseden akıl istemiyorum.

Dışarı baktım.

Değişiyor çevre.

Keşke bir tutam yeşil görebilsem, bir ağacın gövdesine hasretle sarılabilsem!

7. Sivas Katliamı’ndan yaralı çıktı Metin Altıok. Çelimsiz bedeni, acılara alışkın yüreği ancak bir hafta dayanabildi ve yaşama yumdu gözünü. Ne denli büyük şair olduğunu çok uzun süre kimse anlamadı. Fazıl Say’a borçluyuz bunca anılmasını. Bir bestecinin, müziğin gücüne bakın. Çok sevdiği Metin Altıok’u diriltti Fazıl. Kim bilir, bugün bunca sevildiğine bilse ne mutlu olur, nasıl utangaç önüne bakardı Metin Altıok.
��airin bir zamanı var, gelip bulur sizi. Nasıl incelikli bir dil, yumuşacık, yalın imge ve koskoca bir dünyayı iki dizeye sığdırma becerisi Altıok’ta.

Yine sosyal medya, yine şiirin ve acının elbirliğiyle içi boşalsın diye, sorumsuz ve savruk boca edilmesi toplumun üstüne verilerin, bilginin! Bu anmalar, anımsamalar, uyarıcı, irkiltici olmak yerine, giderek uyuşturucu bir hâl aldı. Bir fotoğraf, altına iki beylik laf ilişince Metin Altıok anlaşılmış, anılmış mı oluyor?
Metin Altıok üstüne yazmak, söylemek için, yaşamına yakından bakmak, hadi vazgeçtim, şiirine dokunmak gerek. Yok.

Anladım artık bu bayağılık, bu cehalet öldürecek bizi.

Ah işte bu yüzden bulmaz adalet yerini, küllenmez yangınımız!