Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

İlahiyatçı öğretim üyesi ve yazar Yaşar Nuri Öztürk, uzunca bir süredir savaştığı kansere yenik düştü. Yobaz takımının bu ölüme çok sevindiğinden kuşkum yok. Çünkü “Allah ile aldatanlar”ın amansız düşmanıydı o!

Hemşerimdi. Trabzon’un Sürmene ilçesinde doğmuştu. Asabi kişiliğinde, doğup büyüdüğü coğrafyanın etkisi vardı. Yetişmesinde ise “Cansız Hoca” olarak ün salmış Mustafa Cansızoğlu’nun payı büyüktü. Prof. Öztürk, “Cansız Hoca benim hayatımın en büyük devrimidir” derdi.

Altmışlı yıllarda Trabzon’da, ilerici kimlikleriyle öne çıkan pek çok din adamını tanıdım. Sözgelimi İskenderpaşa Camii İmamı Cafer Aydın ve o sıralar Of ilçesinde yaşayan gezici vaiz Mehmet Akyüz (gazeteci arkadaşımız İdris Akyüz’ün yakınlarda ölen babası) dostlarımdı. Bu kişiler, solcu olarak tanınan bizlerle dostluk kurdukları, Trabzon Devrim Ocağı’na omuz verdikleri için, zaman zaman gerici basının hedefi olmuşlardı.

Sonraki yıllarda, Trabzon’da adını çok sık duyduğumuz Cansız Hoca’yla da tanıştım. Bu ilk karşılaşma beni şaşkına çevirmişti. Çünkü bizim “hoca efendi”, edebiyattan felsefeye, müzikten şiire, tasavvuftan mizaha, her telden çalıyordu! Konuştukça anladık ki, adam “derya deniz”, her alanda derinlemesine bilgi sahibi!

Evet, o dönemde Diyanet İşleri Başkanlığı henüz tarikatçıların eline geçmemişti. Din adamları da bugünküler kadar bağnaz değildi. 1960 sonrasında Trabzon Müftüsü Abbas Hacıefendioğlu’nun yanı sıra, Diyanet Müfettişi Cansız Hoca’ya da, yöneticisi olduğum Devrim Ocağı’nda birkaç kez konferans verdirdiğimizi anımsıyorum...



Aykırı bir din adamı
Mustafa Cansızoğlu, 1895 yılında, “hâfız” ve “hoca”larıyla ünlü Of ilçesinin Dernekpazarı’nda dünyaya gelmişti. Dernekpazarı, o yıllarda Of’a bağlı bir bucaktı, şimdi ilçedir. Cansızoğlu, ağa sülalesindendi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde medrese eğitimi almış ve çok okuyarak kendi kendini yetiştirmişti. Yani bir tür “otodidakt”tı. Klasik eğitim görmemişti ama din ve felsefe alanındaki bilgilerinin derinliği, çevresinde “bilgin” olarak anılmasına yetmişti.

1949-1970 arasında Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde gezici vaiz ve müfettiş olarak çalıştı. Vaizliği biraz da zoraki yapmıştı. Çünkü sakalı, cüppesi, takkesi yoktu. Kravat takar, fötr şapka giyerdi. Giyim kuşamın dinle ilgili olmadığını söylerdi. “Filanın sakalı şöyle uzun” denildiğinde, “İyi süpürge olur!” diyerek dalgasını geçerdi.

Nargile içen, tavla oynayan, yakası açılmadık küfürler eden, zekâ ve bilgi yüklü esprileriyle çevresindekileri şaşkına çeviren ilginç bir kişilik, aykırı bir din adamıydı “Cansız Hoca”. Ama onu belki de “din adamı”ndan çok, bir düşünür ve felsefeci olarak görmek daha doğru olurdu. Geleneksel din anlayışını sorgulayan yorumları, bilgisiz hocalara yönelik küfürlü konuşmaları yüzünden, adı “zındık”a çıkmıştı zaten...

Öğrencilik yıllarında namaz kılmadığı, gençliğinde içki içtiği, sigara ve nargile kullandığı, küfürbaz olduğu, tavla oynadığı gibi gerekçelerle dinsizlikle suçlanmış, inançsız olduğu öne sürülmüştü. Hatta onun vaizliğe başlamadan önce camiye gitmediğini söyleyenler çıkmıştı…


Sıra dışı bir yaşam
Mehmet Günaydın’ın “Cansız Hoca / Çağdaş Din Bilgini Mustafa Cansız’ın Hayatı ve Din Eğitimine Katkıları” (Heyamola Yayınları) adlı kitabını okurken, gericiliğe karşı ödünsüz savaşımıyla tanıdığımız bir başka aykırı din adamımızı, Turan Dursun’u düşünmeden edemedim. Bu bereketli topraklar üzerinde ne çınarlar boy vermiş ama bizler onların değerini bilememişiz. Kitaptan öğreniyoruz ki, Gargar Müslim Efendi, çok sevdiği ve “Bilgisi beni aşar” dediği öğrencisi Mustafa Cansızoğlu’nu “Müslüman yapamamak”tan yakınır, hatta onu bazen “Komünist Mustafa!” diye çağırırmış.

Öğrencisi Yaşar Nuri Öztürk de, “sarıklı ve takkeli engizisyon”un, Cansız Hoca’yı “nefret ve tiksintiye, yalnızlık ve öfkeye ittiğini” söylüyor. Döneminin en seçkin din bilginlerinden olduğu halde, Diyanet bürokrasisinde etkin bir konuma gelmesi bu yüzden hep engellenmiş. Prof. Öztürk, Mehmet Günaydın’ın kitabına yazdığı sunuş yazısında, hocası için şöyle diyordu:

“Bilgi birikimini, isteyenlere aktarmayı ihmal etmemiştir. Fakat mutlaka öğrenci yetiştirme gayreti içerisinde de olmamıştır. Kendisinden ders okumak isteyen öğrencinin daha önce sarf ve nahiv bilgilerini edinmiş olması gerekirdi. Bugünkü anlamıyla mastır ve doktora seviyesinde dersler verdiğini söylememiz daha doğrudur. Her zaman en iyiyi elde etmek için çalışmıştır. Bu anlamda öğrenci konusunda da seçici davranmıştır diyebiliriz. İslam adına sergilenen saptırma, uydurma ve yanlışların altını çizerdi. Bunları yaparken övülecek olanı cömertçe över, sövülecek olana müstahak olduğu şekilde söverdi. Gerçeğe maske takmamak, hakkın üstünde değer kabul etmemek onun imanı ve şiarıydı.”

Cansız Hoca ile ilgili anekdotlar da “Temel fıkrası” gibidir ama yerim doldu. Yazı İşleri’nden zılgıt yemeden bitireyim yazıyı…