Seçimler yaklaştıkça kaybetmeye tahammülü ve seçeceği olmayan iktidar ülkenin nefes alma imkanını tamamen ortadan kaldırmak istiyor. Atılan telaşlı adımlar erken seçim sinyali de veriyor. Bir haftaya sıkışanlar, Türkiye’nin biraz daha karanlığa gömülmesine neden oldu.

Hakim ve savcıların görev yeri kuralarının Beştepe’de çekilmesi, ‘Saray yargısı’ imajını pekiştirirken, adayların Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ayakta alkışlaması, gönüllü biat boyutunun hangi aşamaya geldiğini gösterdi.

Verimli çay saatleri ve düğmeli cüppe

Saray’da atanan hakim ve savcıların 100’den fazlasının AKP’de görev aldığı ortaya çıktı. Atamaların pek çoğu Başkent’e gerçekleşirken, Danıştay Başkanı Zerrin Güngör’ün 2017’de hakim olarak atanan kızı Gonca Hatinoğlu, 1 yıl dolmadan Yargıtay teknik hakimi oldu. CHP Ankara Milletvekili Levent Gök, atamalar ile 2019 seçimlerindeki ilçe seçim kurullarının da şekillendirildiğini ifade etti. 7 kişiden oluşan seçim kurullarına, 2 kamu görevlisi bu hakimler tarafından atanacak. Böylece, AKP-MHP sandık ittifakı pekişip, manipülasyonlar kolaylaşacak.

2. etap yol temizliği yapıldı

Yasama, yürütme ve yargı, ‘3 kuvvet’ olarak kabul ediliyordu. Medya ise bunlardan sonra gelen 4. güç olarak tanımlandı. Bir haftaya sıkıştırılan önemli gelişmelerden birinin ‘medya’ ayağında gerçekleşmesi tesadüf değildi. Erdoğan iktidarı; şovla, göstere göstere ve kurumsal olarak, zaten çökertilmiş olan tüm kuvvetleri kendisine bağladı. 15 Temmuz darbesinin ardından yargı ile medyaya vurulan darbenin ikinci ve son perdesi böylece kapanmış oldu.

İlk etapta yapılan yol temizliğinde kapatma-tutuklama-sindirme etkiliydi. Son temizliğin yöntemi daha keskin oldu; tamamen ele geçirip, kendine bağlama! 890 milyon dolar hisse değeri üzerinden el değiştirip, Demirören Holding A.Ş.’ye geçecek olan Doğan Medya ile operasyon tamamlandı.

Gezi Direnişi’nin ardından, Erdoğan Demirören’in ağlayarak, o dönem başbakan olan Erdoğan ile yaptığı, kamuoyuna yansıyan utanç konuşması ve “Ben bu işe kimin için girdim patron?” ifadeleri operasyon, dönüşüm ve sonrası ile ilgili seçkin bir ana fikir gibi. Doğan Medya’nın satışıyla medyanın yüzde doksanı iktidarın eline geçti.

Zaten ‘Yay’ıyordu, şimdi ‘Sat’tı

Şüphesiz Aydın Doğan bir basın kahramanı değil. Gazeteciliği bitiren patronların bayrak tutanlarından. 1994 yılındaki büyük tenkisat ile birlikte sendikayı basından silen isim. Babıali’yi plazaya, basını medyaya, haberi piar’a çevirenlerden. Basın çelebiliğinin medya soytarılığıyla değişimindeki mihenk taşlarından biri.

Şüphesiz, uzun zamandan beri 4. kuvvet ve o kuvvet içerisinde yönünü tayin eden bir amiral gemisinden söz etmek mümkün değildi. Belki de Türkiye’de hiçbir zaman bağımsız ve tarafsız sayfalar olmadı. Ancak tüm bunlara rağmen medya bayrağı, kalkmamak üzere yere de hiç düşmemişti. Final kısmı ilginç oldu; Doğan medya ‘Yay’ıyordu, sonunda ‘Sat’tı.

Olayı basit bir hadise gibi geçiştirmek olanaksız. Geride ‘tek’ basın bırakma çabası var. Ama sadece bu kadar da değil. Doğan Medya dağıtım şirketi Yaysat da satış paketinin içinde. Muhalif basının yüzde 10’u ise Yaysat’a mecbur.

Yeni basın tekelinin; ‘boş tüp medyası’nın, “dağıtmıyorum” demesi de dağıtımı erişilmez fiyata çekmesi de yüksek olasılık dahilinde. Yine aynı şekilde haber akışına kota koyması, muhabir emeğini bir ortak değer gibi değil alınır-satılır bir mal gibi kullanması ve içini boşaltması da olasılıklar kefesinde.

AKP gemisi, ‘o kadarına bile tahammül edemeyip’, içini boşalttığı havuzu, leğene çevirdi, orada yüzecek. Amiral gemisi filan yok artık. Doğan Medya’nın satıldığı gün, internete denetim getiren RTÜK yasasının Meclis’ten geçmesi ise planın son parçası.

Çare var, çare sizsiniz

Gerekçi olmak gerek. Evet umut ışığı az ama çare var. Tespitten, ziyade elbirliğiyle çare tartışma zamanı. ‘Bu tartışmadan’ ise endişeli halk azade olamaz. Patronsuz, özgür, halk medyasının işlevi büyük oldu.

Bir eksik bomba patladıysa, bir çocuğun istismarına engel olunduysa bu, toplam tirajı 50 bini ancak zorlayan, BirGün, Cumhuriyet, Evrensel, Özgürlükçü Demokrasi gazeteleri sayesinde oldu. ArtıGerçek TV, Halk TV ya da Tele 1 de elini taşın altına sokuyor. Destek şart.

Biz malumunuz; peki siz kimsiniz?

Bizde çare var…

Biraz geçmişe gidelim. İkinci Meşrutiyet’in henüz başı…

“Babıâli Caddesi’ndedir ahır,

Numro dörttür, iş düşerse gel anır.

Notaya muafık her türlü anırtı kabul edilir.

İnsanlara ders-i edep verir. Sahiplerinin eşekliği tutunca neşrolunur, muti, mütehammil ve beynelmilel hayvan gazetesidir.”

‘Şiddetli Eşek’ denilen derginin yönetim adresinin bu şekilde yazılmış olması bile onun hakkında yeterli bilgiyi verir. Derginin pek çok orijinal fikri vardır. Bunlardan biri de “sövmek” üzerine bir anket açılması olur. Ankete Neyzen Tevfik de katılıp her zamanki gibi içtenlikle içinden gelenleri paylaşır: “Küfür lisanın tuzu biberidir… Herkes bir kaderi imkan sövmelidir…”

Neşriyatın isminin onaylanmış olması bile başlı başına bir hadisedir. O dönemde, “ayı”, “eşek”, “katır”, “sıpa” ya da “deve” gibi türlü mahlûkatla birlikte “bal kabağı”, “hıyar”, “karpuz” benzeri zerzevat isimlerinin de bir yayım organında kullanılması matbuat müdürlüğünce yasaktır.

Seçtikleri isimle piyasaya çıkmayı kafalarına koyan Eşek ekibi ise, bu sorunu kurnazlıkla çözecektir. İmtiyaz sahibi Fuad Sâmih, Arap harflerinin üzerine “Şedde” işareti koymadan müdürlüğe başvurur. Şedde olmadığı için “eşk” yani “gözyaşı” olarak okunan dergi ismine izin mührü böylece vurulur. İmtiyaz alındıktan sonra, “küçük bir sahtecilikle” başta olmayan şedde evraka eklenir. Eşek istendiği haliyle böylece piyasaya çıkmıştır. Derginin kapağı da ismine uygundur. Ceketli, papyonlu jilet gibi bir eşek masada oturmuş, ciddiyetle önündeki sayfaya bir şeyler yazmaktadır.

Eşek dağıtılır dağıtılmaz beklenen olur ve derhal kapatılır! Ne var ki ekibin vazgeçmeye niyeti yoktur. İkinci sayı “Kibar” ismiyle fakat aynı kapakla çıkarılır. Fakat o da kapatılır. İsmi gibi kapağıyla “hassasiyet” zorlayan Eşek, içeriğiyle de pek çok kişiyi üzerinden düşen karpuza çevirir. Anarşist bir çizgisi olan Eşek, “tepecekleri” arasında da ayrım yapmaz, Ahmet Haşim ve Namık Kemal gibi devrin önemli edebiyatçılarını bile hışmına uğratır.

Derginin ikinci kez feshedilmesi, tüm ekibi daha iştahlı hale getirse de yavaş yavaş onların da sinirleri gerilmeye başlar. Bu nedenle üçüncü sayı baştan bir protesto niteliği taşır. Kapaktaki eşek yine sabit kalmak kaydıyla, neşriyat “Yuha” ismiyle çıkarılır. O da kısa süre içerisinde kapatıldıktan sonra, “Eşekçiler” son bir hamle yapar. Kapaktaki eşek masa arkasına gizlenmiş sadece iki kulağı gözükmektedir. Üzerinde ise, derginin yeni adı okunmaktadır: “Malum!”

Ey sayın okuyucu, izleyici, dinleyici biz; ‘malumunuz’. Ya siz kimsiniz? Daha önemlisi, ışığa tutunacak mısınız?