Hayır, bu bir referandum değildi! Bu, devletleşmiş bir partiyle, partileşmiş bir devletin, en az yarısını “terörist, vatan, haini, bölücü” ilan ettiği topluma karşı yürüttüğü bir tür savaştı.

Devletleşmiş parti, devletin her türlü olanağını bu savaş için seferber etti. Devletin uçağıyla Avrupa turlarına çıkıldı, devletin makam aracıyla “evet” propagandası yapıldı, mitinglerde, afişlerde, reklamlarda hep devletin olanakları kullanıldı. Partileşmiş devlet, polisiyle, kaymakamıyla, valisiyle “evet” için çalıştı, bürokrasi devletleşmiş partinin emrindeydi, halka gözdağı verildi, baskılar, gözaltılar, tutuklamalar yapıldı.

Hazinenin parası, örtülü ödenek, Arap şeyhlerinin yolladığı petro-dolarlar, kamu ihalelerinin verilmesi karşılığında alınan komisyonlar… Hepsi bu savaşın finansmanı için kullanıldı. Akla hayale sığmayacak büyüklükte para sebil gibi saçıldı, devlet partileştiği ve parti de devletleştiği için, tek bir yetkili dahi, bu paraların kaynağı ne, bu mitingler neyle finanse ediliyor, reklam paraları kimin cebinden çıkıyor diye sormadı, soramadı.

Medya iktidara teslim olmuş durumdaydı. Gazete köşelerinden, televizyon ekranlarından, radyo frekanslarından gece gündüz toplumun aklına saldırıldı. Haberlerde, haberler bitince dizilerde, dizilerin arasında yer alan reklamlarda korkunç bir propaganda yürütüldü. Yandaş medyayla arasındaki fark artık bir nüanstan ibaret olan merkez medya 24 saat bu savaşa hizmet etti. Ekranlar hayır diyenlere kapatıldı, hayır diyen medya çalışanları işlerinden atıldı.

Topluma karşı yürütülen bu savaşta, istismar edilmeyen konu, değer, hadise kalmadı. “Hayır diyerek ahiretinizi yakmayın” da denildi, hayırcılar gâvur da ilan edildi, tüm bunların zirveye vardığı noktada ise Peygamber benzetmesi geldi ve 15 Temmuz günü yaşananlar “mucize” olarak adlandırıldı. Ezan, bayrak, Kuran, din, vatan, millet, Sakarya, ecdad, Osmanlı, hilafet, akla gelebilecek ne varsa, miting meydanlarından, televizyon ekranlarından halkın üzerine boca edildi.

Oylama da bu savaş mantığına göre, “savaşta hile mubahtır” denilerek yapıldı. Tüm gün gelen hile haberlerinin istinasız ama istisnasız hepsi “evet”e dairdi, çürümenin, yozlaşmanın örgütlenmiş ve tabana sirayet etmiş hali bir kez daha çıplak gözle görüldü. Mükerrer oylar, usulsüz oy verme işlemleri, sayım yapılırken tanıklık ettiklerimiz, ilk anda evet oranlarının % 65’lerden verilmesi, hepsi yalanın saltanatına yakışır cinstendi.

Terörist, vatan haini, bölücü ilan edilenlerin ellerindeki tek silah ise dayanışmaydı, kolektif akıldı, kendisinin, çocuğunun, ülkesinin geleceğine, yarınlarına sahip çıkma arzusuydu, karşılıksız ve hiçbir çıkar beklemeksizin yapılan fedakârlıktı, yaşadığı topraklara duyduğu derin bağlılıktı, umuttu, inançtı, adalet talebiydi, öfkeydi.

Toplum, partileşmiş devlete, devletleşmiş partiye, ele geçirilmiş bürokrasiye, teslim olmuş medyaya, ağzını açamayan üniversiteye, sindirilmiş yargıya rağmen susmadı, sokağa çıktı, bildirisini dağıttı, afişini astı, toplantısını yaptı, eşini dostunu uyardı, sandığa gitti ve oyunu verdi. Sessiz sedasız, derinden, incelikli, zarif ama son derece etkileyici, çarpıcı, hayranlık verici bir şekilde yaptı bunu. Dürüstlük, feraset, nezaket, haklı olduğunu bilmenin verdiği sakinlik ve özgüven, hepsi kampanyaların başladığı günden sandıkların kapandığı saate kadar toplumun hanesine yazıldı bu süreçte.

Toplumun tam ortasından ikiye bölünmesi sandığa da yansıdı, bu yazı yazılırken gelen sonuçlara göre, kıl payı ile ve bir buçuk milyon oy civarında bir fazla ile sandıktan “evet” çıktı. 15 yıllık iktidar, değiştirilen toplumsal doku, yaratılan sadaka devleti, devletin her türlü olanağı, yoğun baskı, ele geçirilmiş medya, devasa propaganda aygıtına rağmen toplumun yarısı, kendisine giydirilmek istenen deli gömleğini giymedi, İslamcı-otoriter tek adam rejimini reddetti. Üstelik bu reddediş, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır, Antalya gibi Türkiye’nin en büyük kentlerinde, dış dünya ile bağlantılı kıyı şeridinde ve Kürtlerin yoğun yaşadığı illerde somutlaştı.

Toplumun kitap okuyan, sinemaya, tiyatroya giden, gündemi, siyaseti, dünyayı, teknolojiyi takip eden kesimleri, bu anayasadan başka her şeye benzeyen metne ve bu metne dayalı Türkiye tahayyülüne razı olmayacağını, açık bir şekilde gösterdi.

Bu söylediklerim boş bir avuntu ya da züğürt tesellisi değil, iktidar partisinin rejim inşa süreci bu yazının yazıldığı saat itibariyle anayasal statüye kavuşmuş gibi görünüyor olsa da, toplumun Türkiye’yi Türkiye yapan kesimi, tıpkı Gezi’de ve 7 Haziran’da olduğu gibi 16 Nisan’da da, üstelik yanına toplumun başka kesimlerini de alarak, bu durumun meşruluğunu tanımadığını ilan etti. Biz kendi “hayır”ımızı halka anlatırken “yeni bir başlangıç için hayır” demiştik, bugün o noktadayız, buradan bir başlangıç yapabiliriz, buradan yürüyebiliriz, ülkeden, hayattan, insandan umut kesmek yok, moral bozmak yok, yolumuz açık olsun.