Geçen yazımızdaki sözünü ettiğimiz yatırımsızlık ortamının iki ayırt edici özelliği var: Yatırımların milli gelirdeki payının benzer ülkelere göre göreli olarak düşüklüğü ve bu payın iç tasarruflarla finanse edilememesi nedeniyle ortaya çıkan tasarruf açığının dış tasarruflarla giderilmesi zorunluluğu. Yani hem yatırım oranı hem de yeni milli gelir serisiyle şişirilme girişimlerine rağmen yurtiçi tasarrufların oranı (yurtiçi tasarrufların milli gelirdeki payı) çok düşük düzeyde.

Zaten bu nedenledir ki, Türkiye ekonomisi, sürekli cari açık veriyor. Siz bakmayınız Mehmet Şimşek’in algı yönetimi girişimine (hatırlayınız, Şimşek ilk çeyrekteki makina ve teçhizat yatırımlarının artışını cesaret verici bulmuştu). Hükümetin nisan başında açıkladığı yatırımların proje bazında desteklenmesine yönelik süper teşvik paketi (terzi işi teşvik de deniliyor) bu soruna çözüm arayışının bir ürünüdür. Bu paket sorunu çözer çözmez o başka bir konu. Hükümetin bir diğer arayışı, 10 Mart 2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan bir yasayla yatırım ortamının iyileştirilmesi amacıyla birçok yasada değişiklik yapılmasıdır. Görülüyor ki, yatırım ortamının iyileştirilmesi hayati bir önem taşıyor.

Böyle bir ortam sağlandığında bir taşla iki kuş vurulmuş oluyor. Yerli yatırımcı ülke içinde yeni yatırımlara yönelirken yabancılar yaratılan cazibeyle yatırımlarını Türkiye’de yapmayı tercih etmiş oluyorlar. Beklenti bu yönde. Sonuçların ne yönde olacağını öngörmek hiç de zor değil. Bu yeni teşvik sistemi AKP iktidarının devam etmesi halinde yandaşlara bir rant aktarım mekanizması olmaktan öteye geçemeyecek. Çünkü hükümetin daha önceki teşvik paketlerinin uygulama sonuçları ortada.

Şimdi geliniz, bu yatırım yetersizliği ortamında yerli ve yabancı yatırımcıların ne yaptığına bir bakalım. Yerli ve yabancı ayrımındaki bu iki yatırımcı grubun doğrudan yatırımları TOBB bünyesinde kurulmuş olan Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından Aralık 2017’den bu yana izlenerek raporlaştırılıyor. Raporlar, “Türkiye’ye Gelen ve Türkiye’den Giden Doğrudan Yatırımlardaki Gelişmeler” başlığı altında “Değerlendirme Notu” olarak sunuluyor. Ayrıca raporlar ilgili aya sayı vermek suretiyle aynı başlık altında tablo şeklinde özetleniyor. Raporlar yayımlandığı ayın iki ay öncesine ait verileri kapsıyor ve veri seti 2002 yılına kadar geri gidiyor. Bugüne kadar 7 adet özet tablo ve “Değerlendirme Notu” yayımlanmış (raporlara TEPAV’ın web sitesinden ulaşılabilir). Sonuncusu Haziran 2018 tarihini taşıyor.

İlgili raporlarda yurtdışına giden ve yurt içine gelen doğrudan yatırımları seyrini hem mutlak değer olarak hem de oran (ilkinin ikinciye bölünmesi ile elde edilen oran) olarak izlemek mümkün. Son raporda Nisan 2018 itibariyle yıllıklandırılmış veriye göre yabancıların yurt içine yönelik doğrudan yatırımı yaklaşık 10 milyar dolar düzeyindeyken, Türkiye’den giden doğrudan yatırımlar 2,8 milyar dolara ulaşabilmiş. Türkiye’den gidenlerin gelenlere oranı ise yüzde 27,7 düzeyinde gerçekleşmiş. Bu oran Nisan ve Ocak-Nisan ortalamaları itibariyle geçen yılın eş dönemine göre sırasıyla 3,1 ve 4,8 puanlık bir artış göstermiş. Dönem ortalamaları olarak ise şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: 2002-2007 ortalaması 15,7 , 2008-2018 ortalaması 25,1 , 2012-2018 ortalaması ise 30,7. Raporda bu verilerden hareketle şu sonuçlara ulaşılıyor:

»Son yıllarda Türkiye’den gidenlerin gelenlere oranında gerçekleşen yükseliş bir yandan Türkiye’nin doğrudan yatırımlar için cazibesini kaybetmeye başladığını gösterirken bir yandan da yerli yatırımcıların yurtdışındaki fırsatları daha yakından takip etmeye başladığına işaret ediyor.

»Yakın dönem (2012-2018) ortalamasının uzun dönem (2002-2018) ortalamasının 8,9 puan üzerinde olması, bu göstergenin dikkatle izlenilmesi gereğini ortaya koyuyor.

»Ortalama büyüme oranının yüksek olduğu dönemde oranın küçük çıkması (yüzde 15,7) düşük olduğu dönemde ise yüksek bir düzeye ulaşması (yüzde 25,1) Türkiye’ye yatırım yapmak isteyen yerli ve yabancıları tedirgin etmiş gözüküyor.

Rapor bu tespitlere rağmen bu orandaki değişimlere neden olan faktörlerin somut bir analizini yapmaktan nedense kaçınıyor. Böyle bir analiz yapılsaydı, herhalde en büyük faktör OHAL hukuku ve uygulamaları olurdu. Anlaşılan TOBB bu tür bir tespitin iktidarı gücendirmesini istemiyor. Rapor sadece yatırımcıların kararlarını etkileyen olası faktörleri sıralamakla yetiniyor. Pek doğaldır ki bu faktörler arasında OHAL bulunmuyor. Bir de geleceğe yönelik olarak Haziran 2018 başında Fitch’in 25 Türk bankasını ve Moody’s’in Türkiye ekonomisini makro ekonomik belirsizlikler barındırdığı gerekçesi ile izlemeye almasına dikkat çekiliyor. Söz konusu kredi derecelendirme kuruluşlarının gelecekte olası bir not indirimi Türkiye’nin yabancı yatırımcılar için cazibesini olumsuz yönde etkileyecek bir gelişme olarak değerlendiriliyor.

Öte yandan tarafımızdan yapılan ''AB Ülkelerinin Türkiye’ye Doğrudan Yatırımları ya da Tam Tersi Durum'' başlıklı bir başka çalışmada (bu çalışma 10-12 Mayıs 2018’de Didim’de düzenlenen Avrupa- Akdeniz Sanayi Sendikaları Konferansı’nda bildiri olarak sunulmuştur) ulaştığımız sonuçlar durumun AB özelinde daha da kötü olduğunu gösteriyor.

Türkiye’den AB’ye giden ve AB’den Türkiye’ye gelen doğrudan yatırımların oranının ortalaması 2002-2007 döneminde yüzde 20,2 iken 2008-2017 döneminde 30,1’e yükseliyor. Son dönemde (2012-2017) ise oran daha da yükselerek 36,6’ya ulaşıyor. Oranlar, TEPAV raporundaki oranların bir hayli üstünde çıkıyor. Bunun kuşkusuz, birçok nedeni vardır.

Bunlar incelenmeli ve araştırılmalıdır. Ama şurası açıktır ki yatırımsızlık ortamı ve OHAL hukuk düzeni ve uygulamaları ortaya çıkabilecek olası diğer faktörler kadar önemlidir ve hatta belki de daha fazlası...

Sevgili dostum iktisatçı Mustafa Sönmez’in “Türkiye'nin Dış Yatırımları ve Sanayi” başlıklı çalışmasında (çalışma Makina Mühendisleri Odası’nın Şubat 2017 bülteninde yer alıyor) açıkça işaret ettiği gibi ülkede politik iticiliğin, artan risklerin etkisi ile yerli yatırımcılar tarafından verilmiş, yurtdışı yatırım kararlarından cayılması için OHAL uygulaması hızla kaldırılmalı ve hukuk devletine yeniden dönülmelidir. Bu tür bir düzenleme, sadece yurt dışı yatırımcıları değil yurt içine yönelik yabancı yatırımları da olumlu etkileyecektir. Ancak bu düzenlemeler ve yukarıda Hükümetin sözünü ettiğimiz yatırım ortamını iyileştirmeye yönelik mevzuatta değişiklik çabaları gerekli ama yeterli değildir. Yeterli olabilmesi için ayrıca mevcut iktisat politikalarında da köklü bir değişikliğe gidilmelidir.

AKP iktidarının 16 yıllık uygulamaları ve Seçim Beyannamesi bunun mümkün olmayacağını gösteriyor. Kaldı ki, “Yola Devam” sloganı ile sürdürülen eski politikaları devam ettirebilmek bile artık çok güç. Çünkü AKP iktidarının zamanı kalmadı. Umarız 24 Haziran seçim sonuçları bizi haklı çıkarır.