Kirli bir savaş sürüp, gidiyor. Ortadoğu yeniden biçimlenecek, bizim çocuklarımız da göz göre göre ölmeye devam edecek. Sekiz genç insanı öldüren PKK, RTE başkan olsun diye elinden geleni ardına koymuyor. Halkın yoksul çocukları şehit mertebesine(!) yükselirken, İstanbul’da bir düğün hazırlığı yapılmaya devam ediyor. O günü şöyle bir düşündüm…

Bir yoksul evinin kapısı çalınıyor, ana ya da baba, belki bir kardeş veya eş açıyor kapıyı. Daha karşılarında resmi giyimli askerleri gördükleri an, anlıyorlar evlatlarının öldüğünü. Ardından feryatlar, çığlıklar, ağıtlar ve kahır. Tek tek binlerce eve düşüyor bu ateş. Kor sadece o aileleri yakıyor. Her birinde ayrı bir öykü var elbet yazılmaya değer. Karayazgılı memleketimin insanlarının gözyaşı dinmez…

İstanbul’da hanedan yeni atama öncesi gövde gösterisi yapacak. Sultan kızını verdiği için gergin. Üstelik damadın ailesi devletle iş görüyor. Askeriyeye insansız hava aracı satıyor. Bu demektir ki, alışveriş halkın parasıyla oluyor. Sarayı daha yeni yaptırmış sultan doymuş değil. Öyle bir düğün olsun istiyor ki, yer yerinden oynasın. Eh saray olunca entrika olmaz mı?

Görgü parayla pulla edinilmiyor. Başşehrin tüm yolları tutulmuş, helikopterlerle konuklar taşınıyor tören yerine. O sırada sultan hem miting yapıyor hem kim ne hediye vermiş, ne yazmış çizmiş tek tek okuyor. Kına gecesi dedikoduları sızmasın diye kapıdan toplatmış telefonları. Sadece kadın garsonlar hizmet görmüş. Hanedana yakın olmak isteyenler günlerce acaba davetiye gelecek mi diye beklemiş durmuş… Kimi talihli, davet edilmiş, kimi boynu bükük kalmış…

Yoksul evlerinde acı elle tutulur gözle görünür halde. Sevgililerin tabutuyla kucaklaşan eşler bir yanda, oğlunu toprağa verirken kendi ölen babalar bir yanda, artık sel olmuş, dinmez acı gözyaşını akıtan analar bir yanda… Kimi Kuran okuyor, kimi mevlide geçmiş, taziye ziyaretleri sürmekte, cami avlusundan kahır eksik olmuyor. Belli ki düğün ve cenaze evinin Tanrı’sı aynı değil!



O gün ordu komutanı uyanıyor. Günlük programı hazır! Öğlen cenaze, akşam düğün. Aynaya geçiyor, yüzüne bakıyor uzunca. Yıllarca eğitim aldığı akademiyi düşünüyor. Komutan babadır(!), vatan kutsaldır(!) diye çınlıyor kulakları. Eş dost var elbet. Nasıl bakar acaba evladını toprağa veren anaların yüzüne? İrkiliyor bu düşünceyle görev gereği gidiyor önce camiye, avuttuğunu sanıyor anayı, kardeşi, ardından ver elini düğün. Şehadet gerekiyor Tanrı’ya karşı evliliğin meşru sayılması için. Basıyor imzayı komutan… Gözyaşları bir yanda, kahkaha öte tarafta…

O gün, görevden alınmış başbakan uyanıyor. Şehit haberlerini almış, canı sıkılmıştır muhakkak. Artık kimsenin onun sözünü dinlemediğini biliyor, gazetelerde kalemşörler ağıza alınmayacak laflar ederek saldırıyor ona. Oysa o hocaydı, hepsinin akıl hocası. Nasıl oldu da bu hale düştüm diye hayıflanıyor. Sonra başbakan olduğu zamanları anımsıyor, gözleri doluyor. Daha dün, koskoca türbeyi bir komutan becerisi, bir stratejik deha olarak sırtına alıp getirmemiş miydi memleketine? Şam’da namaz kılacaktı da, şimdi artık mahalledeki imamın gözünde bile değeri nasıl kalmaz diye düşünüyor acıyla Hoca…
Kravatını takıyor, aynaya bakıyor. Bir de gidip şehadet edecek sultanın düğününde. Sarılacak, gülecek, kardeşlik hukuku nutku dinleyecek… Canı sıkılıyor ama çare yok!

Uzatmayalım. O gün laiklik düşmanlarıyla, yıllarca laikliği koruduğu sanılan ordu komutanı yan yana şahitlik ediyorlar. Bana sorarsanız bir düğün fotoğrafı değildir o. Bu birliktelik çöken yalan cumhuriyetin son günlerinin tarihi vesikasıdır. Birbirini sevmeyen, kuşku duyan, korkan, acılı anaların ahını alarak yan yana dizilenlerin fotoğrafıdır. Şahitlik ettikleri çöken insanlığımızdır.

Yoksullar zenginlerce görülmesin diye ya da yoksullar zenginleri görüp isyan etmesin diye çekilmiş çarşafa da biz tanıklık ediyoruz. Hiçbir örtü hakikati gizleyemez oysa. Ne “Sade düğün” diye manşet atan gazeteyi unutacağız, ne din taciri cübbelinin koştura koştura önde yer kapmak için debelendiğini, ne kapanan yolları, ne devletin olanaklarıyla ihtişamlı kurulan düğün derneği, ne de o fotoğrafa sığan utancı! Evlatlarımız toprağa giderken yüreğimiz dağlanacak yine. Dün Soma, bugün Hakkâri, ne fark eder ki… Allah devlete zeval vermesin!

Sahi bu devlet dediğimiz nedir? Kimlerden oluşur?

Yoksulla, varsılın Tanrısı aynı mıdır?