Erkeklerin ezici bir çoğunlukla ve zihniyetle egemen olduğu Türkiye siyasetinde, İstanbul gibi ülkenin en büyük metropolünde bir kadın siyasetçinin ilk kez il başkanı seçilmesi üzerine konuşulması, tartışılması gereken çok şey vardı. Mesela, Cumhuriyet’in en önemli kazanımlarından biri olan kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmasının; Fransa, İtalya, İsviçre gibi ülkelerden onlarca yıl önce yasalaştığı Türkiye’de, neden işlerin bugüne kadar umulduğu şekilde gitmediği gibi... Mesela bir kadının, Türkiye’nin en büyük ilinin başkanlığını yapabilmek için neden 84 yıl beklemek zorunda kaldığı gibi... Konuşulmadı.

• • •

Konuşulmayan başka şeyler de oldu. İnşaat işçisi Sıtkı Aydın, meclis önünde, “geçinemiyorum” diye bağırarak kendini yaktı. Aydın, yüzü gözü yanık içinde, provokatör değil sadece işsiz olduğunu anlatmaya çalıştı. Türkiye, iktidara teğelli medyaya servis edilen ‘işsizlikte düşüş ve gelişen ekonomi’ haberlerini okurken, açlıktan kendini yakan inşaat işçisi sendika temsilcileriyle konuşmasın diye yattığı hastane polis kaynıyordu. Konuşulmayan daha başka şeyler de oldu. Beş yıl önce, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’dan, temin edemediği kanser ilaçları için yardım isteyen ancak bakanın eline para tutuşturmasına içerleyen Dilek Özçelik 14 Ocak’ta öldü. “Ben dilenci değilim. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız” diyerek parayı iade etmişti. Pirinç bir levhanın üzerine yazdırıp ülkenin kapısına asmak lazım gelen bu sözlerin ağırlığı pek az insanı nefessiz bıraktı, biliyorum.

• • •

Biliyorum, çünkü son bir haftada konuşulmayan daha daha başka şeyler de oldu. İstanbul Küçükçekmece’de Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne beş ay içinde, 38’i 15 yaşından küçük, yaşı 18’in altında 115 çocuğun hamile olarak geldiği tespit edildi. Muhabir Dinçer Gökçe tarafından kamuoyuna duyurulan haberden öğrendik ki, bu korkunç tablo hastanede görev yapan sosyal hizmet uzmanı Ş.İ.N’nin şüphesi ve takibiyle ortaya çıkmış. Hastanede çalışan psikolog I.Ö ile birlikte tutanak tutup durumu kayıt altına alan Ş.İ.N, hastane yönetiminin tepkisiz kalması nedeniyle savcılığa başvurmuş. Savcılığın soruşturma talebi de valilik tarafında reddedilmiş. Çocuk istismarına göz yummak suç, ancak ceza istismarın peşine düşen Ş.İ.N’ye kesildi. Hakkında inceleme başlatıldı. İki kez sürüldü. “Türkiye’yi Sarsacak Utanç Listesi” hiçbir taşı yerinden oynatmadı.

• • •

Bu hafta, ne 115 çocuğun tecavüze uğradığının ortaya çıkması, ne yoksulluğun isyanı, ne yoksunluğun utancı... Hiçbiri Canan Kaftancıoğlu’nun CHP İstanbul İl Başkanı seçilmesi kadar üst düzey bir muhatap bulamadı kendine. Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a, sözcüsünden vekiline, teğelli gazetecisinden trolüne herkes CHP’nin derdine düştü. Yakışıyor muymuş hiç Atatürk’ün partisine! “HDP’ye gitsinmiş. Görevden alınsınmış! CHP bu kafayla giderse iktidar olamazmış. Çocuklara tecavüzün üzerinin örtülmeye çalışıldığı bir ülkede eklemlisi, teğellisi, partilisi CHP adına Canan’ın sıkıntısına düşmüş. Çünkü C.Kaftancıoğlu, sözleriyle ve eylemleriyle ötekileştirilen, yapboz parçalarına bölünerek etkisizleştirilmek istenen insanlara ulaşmaya çalışıyor, muhalefet kanadını genişletmeye çabalıyor ve böylece “Herkesin CHP’si” olma iddiasını inanılabilir kılıyor. İktidar ise, eriyen MHP ve hapisteki HDP dışındaki tek muhalefet partisinin yıllardır kendi sınırlarını kanaatle sahiplenişine devam etmesini istiyor, işi “herkesin CHP’si” ne doğru genişletmeye niyetli siyasetçileri karalayıp partinin statükocu kanadına kırdırmayı hedefliyor. Kaftancıoğlu’na ilk saldırının CHP içinden gelmiş olması da ne yazık ki bunun işe yaradığını gösteriyor. Memleketçe, her gün bizi ahlaken ve vicdanen daha da dibe çeken trajedilerle sınanıyoruz. İktidara karşı savunmacı bir pozisyondan çıkılabilir ve hem devletçi, hem sermayeci, hem de emekten yana olup “aman Ali Rıza Bey başımız ağrımasın”cılıktan vazgeçilebilirse, ne C.Kaftancıoğlu birilerine yem edilir, ne CHP başkasının gündemine mahkûm olur. Aldırmayın küçümseyenlere! Yoldaşlık güzel olduğu kadar kapsayıcıdır. Aynı yolun omuz omuza yürüyen, yürürken çoğalan dostlarını anlatır.