‘Zincirli Hürriyet’ten bugüne: Gazeteci çağının sanığı

Mehmet Ali Aybar’ın 5 Nisan 1947’de İzmir’de yayınlamaya başladığı “Zincirli Hürriyet” adlı haftalık siyasi gazete özü itibarıyla politik bir yayın organıydı. Gazetenin birinci sayısında “Niçin Çıkıyoruz”başlığı altında şu satırlar yer alıyordu:

“Zincirli Hürriyet, hürriyetlerin zincire vurulduğu bu memlekette hürriyet uğruna mücadele etmek için çıkıyor. Zincirli Hürriyet, İstanbul’da Sıkıyönetimin susturduğu “HÜR”ün manevi mirasçısıdır. Onun yolundan yürüyecektir.”

Kendini bu şekilde takdim etmesinden anlıyoruz ki, İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği Türkiye’nin de “demokrasiye doğru” diye tanımlayabileceğimiz bir özgürlük(!) ortamında çıkıyor.

1947 Türkiye’sinde özgürlükler bakımından vaziyet bu durumdaydı.

Aradan tam olarak 70 yıl geçti.

Bugün Türkiye’yi yönetenlerin büyük çoğunluğu dünyaya gelmemişlerdi. Nasıl bir kadersizlikse bu, minicik bebekler doğup büyüyorlar, “hürriyet” diyenlere karşı aynı hunharlıkla saldırıyorlar.

İsimleri, cisimleri, aile gelenekleri, meslekleri, tahsilleri, siyasi kökleri, partileri, politik renkleri değişik olabiliyor da “zulüm rotasına” şaşmaz bir sadakatle bağlı kalıyorlar.

1947’de Zincirli Hürriyet, “Bravo Demokrat Parti’ye” başlığıyla yayınladığı makalede Demokrat Parti’nin (DP) tavrını olumlu bulduğunu anlatıyor. DP o yıl yapılacak olan ara seçime katılmayacağını açıklamış. 1946’da yapılan açık oy, gizli sayım ilkeli, ilk skandal seçimden sonra yapılacak ara seçimin hiçbir öneminin olmadığını, bütün koltukları kazansa bile DP’nin Meclis’te katiyen etkisinin olamayacağını anlatıyor.

Sonra o DP 1950’de iktidara geliyor ve bir yıl sonra ünlü “1951 Tevkifatı”nı yapıyor. Komünist Parti üyesi diye bütün aydınları içeri tıkıyor.

1960 yılına girerken Haldun Taner, Milliyet’teki yeni yıl yazısında şöyle yazıyordu:

“Yeni yılınız kutlu olsun hapisteki gazeteciler, hapisten çıkacak gazeteciler, hapse girecek gazeteciler!”

Ankara Kapalı Cezaevi gazetecilerin ikinci adresi olmuştu. Celal Bayar-Adnan Menderes ikilisi meclis çoğunluğuna basarak demokrasiyi delik deşik etmişlerdi.

12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbelerde gazeteciler yine hapishanelere tıkmak için “aranan elemanlar” elemanlar haline getirilmişlerdi.

1990’lar geçti, 2000’lere geldik.

İktidara bir zamanların mağdurları olan siyasi İslamcılar, “Müslüman Demokrat” şapkasıyla iktidara geldiler. Avrupa’da nasıl Hıristiyan Demokratlar varsa, Türkiye’de de bunlar olabilirdi.

Hep birlikte oldurmaya çalıştılar. Haklarını yememek lazım siyasi İslamcılar da “Yemyeşil Şariat-Bembeyaz Demokrasi” masalını iyi sahnelediler. Askeri vesayeti kaldırıyoruz diye TSK’de büyük tasfiyeler yaparak dini bir cemaati silahlı kuvvetler, polis ve istihbaratın kalbine ve beynine yerleştirdiler. Bunları hep birlikte yaptılar.

Hedefte yine gazeteciler vardı.

2018’in ilk günü de durum aynen böyle… Bu ülkede basın özgürlüğü artık 1947 yılının İzmir’indeki Zincirli Hürriyet koşullarının ilerisinde değildir.

Türkiye’de sahici bir günlük gazete yayımlamak sirk cambazlığı ile güvenlik ağı olmadan hünerlerini sergileyen trapez göstericileri arasında kolon vurmak gibidir.

En ufak bir denge bozukluğunda altınıza oyulmuş büyük Silivri uçurumuna yuvarlanmanız işten bile değildir. Üstelik bu denge bozulması sizden değil, gösteriyi izleyen bir sabotajcının marifetiyle meydana gelebilmektedir. Aslı astarı olmayan bir iftiranın, foseptik içinde mesai harcayan bir medya organında manşet ya da birinci haber olarak ekranlarına gelmesi yeterli olabilmektedir. İftira metni yeterlidir. Bunun gerçek olup olmaması önemli değildir.

Meslek için geçerli olan ünlü söz artık mutasyona uğramıştır:

Gazeteci çağının sanığıdır!