Ülkemizin tam bağımsızlığını savunmamız komşu halklara yönelik ülkemiz yöneticilerinin eylemlerine gözümüzü kapatmamız noktasına asla gelemez. Ülkemizdeki yabancı askeri üslerin kapatılmasını isterken, ülkemizin başka ülkelerde askeri üs kurmasını bağımsız dış siyaset olarak anlayamayız. Ne ülkemizde bir yabancı üsse izin vermeli ne ülkemizin başka ülkelerde askeri üsler kurmasına seyirci kalmalıyız. Emperyalizmin bir sistem olarak kavranması tam da bunu gerektirir.

2021’de antiemperyalist olmak!

Anti-emperyalizmin, Tam Bağımsız Türkiye şiarının 1960’lar, 1970’ler Türkiye’sinde olduğu gibi bugün de eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmesi gerekir. Ancak aradan geçen yıllar içinde son derece geniş, hatta farklılaşan “anti-emperyalist siyaset” tanımının netleştirilmesi, mutlaka 2021 şartlarında güncellenmesi ve somutlanması şart.

Önce somutlanması ile başlayalım. Emperyalizmin sadece ABD emperyalizmine, hatta onun militarist politikalarına indirgenmesi çoğu durumda emperyalist zincir içinde yer alan başka aktörleri görmemeye hatta onların zaman zaman ABD ile çatışan eylemlerine “anti-emperyalist” kılıflar bulunmasına sebep olabilmektedir. 1945’den bugüne ABD’nin emperyalizmin bayrak taşıyıcısı olduğuna ve en acımasız uluslararası sömürü ve savaş siyasetinin uygulayıcısı olduğuna kimsenin itiraz edeceğini sanmam. Öte yandan İngiliz, Fransız, Alman ve Japon tekellerinin dünyayı nüfuz bölgeleri olarak paylaşım mücadelelerini konuşmaya daha az yer ayrıldığı da bir gerçek. Dahası Rusya ve Çin’in de günümüzde temsil ettikleri “anti-hegemonyacı” doktrinin anti-emperyalist olduklarını sanma hatası bile yapılabiliyor. Bu yaklaşımı dikkate almayanlar “Eeyyy Amerika, Eeyyy Fransa vb.” seslenişlerin anti-emperyalist çıkışlar olduğunu örtük ya da açık desteklemiş olurlar.

Anti-Emperyalizm dün olduğu gibi bugün de başta ABD emperyalizmi olmak üzere uluslararası tekelci kapitalizme, uluslararası mali-sermaye oligarşisine bir bütün olarak karşı durmaktır. Bundan ötesi anti-emperyalizm değil emperyalistler arası güçler mücadelesinde taraflardan birisine destek vermek olur.

İÇSEL BİR OLGU OLARAK EMPERYALİZM

Merkez emperyalist ülkelerin dışında yer alan ülkelerin anti-emperyalistlerinin 1970’lerde son derece doğru biçimde tespit ettikleri gibi emperyalizm aynı zamanda içsel bir olgudur. İran’da Bijan Jezani, Türkiye’de Mahir Çayan’ın “emperyalizmi aynı zamanda içsel bir olgu” olarak tanımlaması tam da anti-emperyalist mücadelenin sözde milli, bağımsızlıkçı taleplere yedeklenmemesi için yapılmış uyarılardı.

Çağdaş uluslararası ilişkiler teorileri içinde Johan Galtung’un emperyalizmin yapısal özelliklerine ilişkin vurgularını tam da bu bağlamda anmakta yarar var. Galtung’a göre Emperyalizm Metropol/Uydu ya da Merkez-Çevre arasındaki hegemonik ilişkidir. Az gelişmiş ülkelerdeki iktidarlar merkez ülkelerle uyumludur. Galtung merkez ile çevre ülkeleri arasında bir ayrıma giderek Merkezde iktidarda olanlarla çevre ülkelerde güce sahip olanlar arasında çıkar birliği olduğu fikri savunmaktadır. Sonuçta çevre ülkelerdeki insanların çoğunluğunun aleyhine, fakat Merkez ülkelerdeki çoğunluğun lehine bir ilişki ortaya çıkarmaktadır. Bu yaklaşımı çeşitli açılardan eksikli bulabiliriz. Ama Galtung’un emperyalizmin iki temel mekanizmasına ilişkin tespitini hatırda tutmakta yarar var. Bunlardan birincisi “hâkim olan ulusun ilişki sürecinden dolayı zenginleştiği dikey etkileşim”, ikincisi ise “çevre ülkelerde üzerinde baskı kurulan ulusların birbirlerinden ayrı tutulduğu feodal etkileşim” mekanizmasıdır.

BÖLGELERİ BÖL-YÖNET EMPERYALİZMİ!

Bu ikinci nokta aslında sezgisel olarak hepimizin bilgisine sahip olduğu bir gerçekliktir. Burada kast edilen emperyalist “böl ve yönet” (divide et impera) politikasıdır.

2021 Ortadoğu’su, Karadeniz’i, Balkanları, Doğu Akdeniz’i ve bilcümle bölgelerine baktığımızda bölge ülkeleri arasındaki iktisadi nüfuz mücadeleleri, silahlanma yarışı, anlaşmazlık ve çatışmalarının tam da bu böl yönet politikasının mekanizmasının içinde develan ettiği görülecektir. Hatta bu mücadelelerde ABD ve diğer Emperyalist merkezlerin zaman zaman bir ülkeye zaman zaman diğer ülkeye ya da ülkelere güç kaydırmakta, böyle zamanlarda ABD’nin karşısında olan ülkenin de anti-emperyalist olduğu düşünülebilmektedir. En tipik örnek İran’dır.

Günümüzde emperyalizmin böl yönet politikasından kurtulabilmenin bölgesel barış siyaseti, bölgesel silahsızlanma ya da silahların azaltılması ve bölgesel işbirliği politikalarından geçtiğinin altını çizmek gerekir.

Kopenhag Okulu yazarlarının “Bölgesel Güvenlik Kompleksi” olarak tanımladıkları yapı emperyalizmin yapısal olarak inşa ettiği başlıca araçlardandır. İran silahlandıkça, Suudi Arabistan, Suudi Arabistan silahlandıkça, İran, her ikisi silahlandıkça Mısır ve Türkiye’de silahlanacaktır. Ya da bu örnekteki ülkeleri ters sırayla sayalım. Aynı sonuç çıkacaktır. Dolayısıyla ülkelerin halkları hem kendi ülkelerinin silahlanma, militarist yayılma ve nüfuz bölgeleri siyasetine karşı durmalı hem de bölgedeki diğer ülkelerin bu yöndeki girişimlerine itiraz etmelidir. Ülke düzeyinde itirazlar her durumda eksik, geniş kamuoylarını ikna etmesi güç seçenekler olacaktır. Bu bakımdan günümüzde anti-emperyalist dış siyaset mutlaka ve mutlaka en azından bölgesel barış siyasetini öne çıkarmak durumundadır. En azından diyorum zira bu bile sınırlıdır.

TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE! TAM BAĞIMSIZ YERYÜZÜ!

Deniz’lerin uğruna yaşamlarını feda ettikleri “Tam Bağımsız Türkiye” ideali için dış siyasette bir yandan uluslararası tekellerin Akdeniz’de, Karadeniz’de, İstanbul’da, Basra Körfezinde yahut Balkanlar’daki rant projelerine karşı çıkmak bir yandan da bölge ülkelerinin aralarındaki sorunların barışçıl çözümü için mücadele etmek gerekir.

Tam bağımsızlık mücadelesinde kendi ülkemizin kaynaklarının uluslararası tekellerin eline bırakılmasına karşı durmak, ülke ekonomisinin bağımlılık çarkında kalmasına itiraz etmek kadar önemli bir başlık da uluslararası emperyalist zincirin orta halkalarından birisini oluşturan içsel emperyalizmin bölgesel yayılmacılığına da karşı çıkmaktır. ABD, Fransız, İngiliz ya da başka merkez emperyalist ülkelerin yayılmacılıkları ve tahakkümü yanında bölgesel güç biriktirmiş, Suudi Arabistan, Türkiye, İran gibi ülkelerin komşu coğrafyalarda askeri ve ekonomik müdahalelerde bulunmalarına da karşı çıkmak elzemdir.

Ülkemizin tam bağımsızlığını savunmamız komşu halklara yönelik ülkemiz yöneticilerinin eylemlerine gözümüzü kapatmamız noktasına asla gelemez. Ülkemizdeki yabancı askeri üslerin kapatılmasını isterken, ülkemizin başka ülkelerde askeri üs kurmasını bağımsız dış siyaset olarak anlayamayız. Ne ülkemizde bir yabancı üsse izin vermeli ne ülkemizin başka ülkelerde askeri üsler kurmasına seyirci kalmalıyız. Emperyalizmin bir sistem olarak kavranması tam da bunu gerektirir.

Son olarak ABD, İngiliz yahut Rus emperyalizmine karşı çıkarken, örneğin onların Doğu Akdeniz’i parsellemelerine itiraz ederken buraları Türk, Mısırlı ya da Yunan şirketlerinin işletmesini kasteden bir çizgiyi savunamayız. Bugün tam bağımsızlık mücadelesi doğa ve gelecek nesiller için de verilmesi gereken özgül bir bağlama daha sahiptir: Anti-emperyalizm tek başına hiçbir halka ait olmayan, tüm insanlığa ve gelecek nesillere ait olan toprak ve denizlerin tahribatına karşı bir mücadeleyi de öne çıkarmalıdır.