İki haftadır taslaktaki çarpıcı bulduğumuz tespit ve önerileri açıklamaya çalışıyoruz. Şimdi değerlendirmesine geçebiliriz.

İki haftadır taslaktaki çarpıcı bulduğumuz tespit ve önerileri açıklamaya çalışıyoruz. Şimdi değerlendirmesine geçebiliriz.

Programda örtük bir şekilde arz yönlü iktisat politikalarının uygulanacağı izlenimi veriliyor. Vergi muafiyet, istisna ve indirimleriyle vergi tabanının genişletilmesi ve dolayısıyla vergi gelirlerinin artırılması öngörülüyor. Oysa gerek Özal döneminde uygulanan programlarda gerekse stand-by programlarında izlenilen arz yönlü iktisat politikaları öngörülen sonuçları vermemiştir. Sözü edilen her iki dönemde de vergi gelirlerinde ciddi azalmalar olmuştur. Vergi gelirlerindeki bu erozyon borçlanmalarla kapatılmaya çalışılmıştır. Anlaşılıyor ki, bu politika önümüzdeki dönemde de devam edecektir.

Eğitim, sağlık vb sosyal harcamaların milli gelirdeki payının artırılması önerisi FDF politikasıyla çelişiyor. Bugüne kadar uygulanan FDF politikası nedeniyle sözü edilen bütçe kalemlerinin hem bütçe hem milli gelir  paylarında ciddi düşmeler olmuştu. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde FDF politikasına devam edilmesi halinde, bu paylar daha da gerileyecektir. Oysa tersi öngörülüyor. Ayrıca bu öngörü, kamu finansmanında sağlanacak iyileşmeye bağlanıyor. Bu koşulun sağlanması, FDF politikasının izlenildiği bir ekonomide oldukça güçtür. Çünkü böylesi bir durumda faize yer açılacak olması nedeniyle faiz dışı harcamalara gidebilecek kaynaklar azalacaktır.

Kamu yatırımlarının rasyonalizasyonu önerisi önümüzdeki dönemde kamu yatırımlarına daha az kaynak aktarılacağı  anlamına geliyor. Oysa kamu yatırımlarının hem bütçe hem de milli gelir içindeki payı oldukça düşük düzeylere gelmiştir. Anlaşılan bütçemizin yatırım vizyonundan yoksun görünümü önümüzdeki dönemde de devam edecektir.

Enflasyonla mücadele programının başarısız olduğu açık şekilde itiraf ediliyor. Kötü uygulama sonuçlarına rağmen, bu sonucu yaratan enflasyon hedeflemesi rejimine devam edileceğinin ifade edilmesi düşündürücüdür. Ayrıca, ekonomide yaşanmakta olan birçok sorunun ağırlaşmasına neden olan  yüksek faiz düşük kur politikasında bir değişiklik öngörülmemesi çok önemli bir eksikliktir.

Özelleştirmenin verimliliği sağladığı ileri sürülüyor. Oysa yapılan ampirik çalışmalar bu tespiti doğrulamıyor. İşletmelerin verimliliği ile mülkiyet yapısı arasında hiçbir ilişki bulunmuyor.  Dolayısıyla, bir işletmede kamu mülkiyetinden özel mülkiyete geçilmesinin beraberinde bir verimlilik artışı getireceğini öne sürmek bilimsel olarak mümkün değildir.

Dünya ekonomisindeki son krizle birlikte kamulaştırmaların  gündeme gelmesi ve böylece kamunun yeniden keşfedilmesi göz ardı edilmemesi gereken bir olgudur. Oysa özelleştirme tek seçenek olarak görülüyor ve bu yeni gelişim yok sayılıyor.

Devletin tekelci konumunda olduğu sektörlerde yapılan özelleştirmelerde çoğu kez devlet tekelinin özel sektör tekeline dönüşme riski vardır. Ne yazık ki, böyle bir risk doğmuştur ve bu durum sektörler belirtilerek açıkça  itiraf ediliyor.

Kamunun tamamen çekileceği alanlar özelleştirmeye gerekçe olarak gösterilen  verimliliği artırma ölçütünün gerçek ölçüt olmadığını gösteriyor. Çünkü bu alanlardaki  kamu işletmeleri hem verimli hem de çok karlı çalışıyor. Böylece bu alanlar sermayeye yeni değerlendirme alanları olarak açılıyor. Öte yandan kamu payının azaltılacağı alanlar arasında sağlık, eğitim vb sosyal nitelikli sektörler ile alt yapının yer alması, öngörülen  sosyal harcamaların milli gelirdeki payının yükseltilmesi politikasıyla çelişiyor. Bu durumda, sosyal devletin giderek güç kaybedeceği ve tasfiye olacağı açıktır.

Enerji KİT’lerin MBF mekanizmasının sonucu finansal kapasitelerinin artacağı ardından özelleştirmelerinin kolaylaşacağı ifade ediliyor. Oysa bu durum, özelleştirmelerde ileri sürülen hiçbir gerekçeyle bağdaşmıyor. Çünkü finansal kapasitesi artan bir kamu  işletmesinin özelleştirilmesinin rasyonel  hiçbir yönü bulunmuyor.

İşgücü maliyetlerinin azaltılmasında özel bir vurgu yapılıyor. Bu açıkça ücret artışlarının sınırlandırılacağı anlamına geliyor.

İşgücü piyasası ihtiyaç analizleri yapılacağına ilişkin taahhüt verilmesi aslında önemli bir itiraftır. Bu tür analizler yapılmadan her ilde üniversite açılması düşündürücüdür. Ayrıca üniversitelerin tümüyle piyasaya endeksli hale getirilmesine yönelik önerilerin yapılması üniversitelerin çağdaş niteliğiyle uyuşmuyor.

Enerjide ithalat bağımlılığının azaltılmasına öncelik verileceği vaadi gerekli ancak yeterli değildir. Enerji dışı girdilerde de ithalat bağımlılığı söz konusudur. Bu tür bir bağımlılığı azaltmaya yönelik hiçbir öneri yapılmıyor.

Primsiz ödemeler ve sosyal yardımlara ilişkin herhangi bir yasal düzenlemeye yer verilmemesi, mevcut iane ve sadaka gibi devlet uygulamalarının önümüzdeki dönemde sürdürüleceğini gösteriyor. Görülüyor ki, taslak ulusal ekonomi politikaları adına elde ne varsa hepsini tasfiye etmeyi amaçlıyor. Gerçek durum bu ise -ki öyle- o zaman programı niteleyen ulusal sözcüğünü tırnak içinde vermekten başka geriye bir seçenek kalmıyor. Zaten biz de onu yapıyoruz.