Bana 350 milyon dolar versenize, bir şey deneyeceğim. Bakın şöyle bi şey öncelikle her şey güzel bir arazide başlamalı bence. Biz güzel tasarıma sevdalıyız, fabrikasından ötürü.

Şöyle yeşillikler içinde bir ortam hayal ediyorum. Benden önce hiçkimsenin temel atmadığı, beton dökmediği, bakir temiz bir alan. Yeşillikler içinde.

Yeşili kim sevmez? Ben en çok severim.

Yeşil dedin mi benim için akan sular durur, dereler yataklarını değiştirir, çalan telefonlar daha da çalar.

Bir telefonun çalmasıyla başlar her şey. Evladım, eşim dostum da yeşili çok sever. Çevremizdeki herkes yeşili çok sever. Çevreciyiz işte, yeşilciyiz hem de… Neyse konumuza geri dönelim.

Şöyle diyorum, ormanlık bir arazi içinde kendime mütevazı bir saray yaptırsam ha? Artık zamanı geldi zaten, yaşım da ilerledi, yaşanabilecek tüm mutlulukları, tüm öfkeleri, tüm ölümleri yaşadım, artık huzur içinde yaşlanabileceğim, o sırada da hürmet göreceğim bir yerde inşaat yapmak, o inşaatın açılışını yapmak ve onun içinde oturmaktan daha zevkli ne olabilir şu ölümlü dünyada? Zaten bugün varız, yarın yoğuz. Öyle değil mi? Mesela bugün varsınız, tak, yarın işe giderken minibüsünüz devriliyor, haydi attaaayaaa… Ya da zaten riskli bir işte çalışıyorsunuzdur, o yüzden işin riskinden ve fıtratasyonundan dolayı yine tek harekette dörtkolluya bindiriverirler Allah korusun.

Çocuğum, ufağım, yaşım tutmaz diye de üzülmeyin. Sizi genç yaşta terörist yaparlar, sonra da ekmek almaya giderken şah ve mat. Dediğim gibi dostlarım, ölümün yaşı olmadığı için artık huzur içinde yaşlanmak ve yaşamak istiyorum. İşte o yüzden bu sarayı bana çok görmeyin. Saray dediysem lafın gelişi. Her şeye “Plaza” diyorlar ya, işte onun hesabı. Ya geçen gün Sincan’da “Sincap Plaza” gördüm inanır mısınız?

Bence yerli içkimiz ayran, yerli hayvanımız da koyun olmalı. Sonuçta sincap diye kültürümüzde olmayan bir isim koyup ortalığı provoke ediyorlar. İnsanları farklı düşüncelere sürüklemek istiyorlar. Oysa düşünce özgürlüğü ne diyor? Düşünce özgürlüğü diyor ki “Düşün ama tek başına düşün, istediğin kadar düşün, hatta dur biz seni şöyle şuraya alalım, orada tek başına düşün” öyle değil mi? Herkes istediğini düşünürse ne olur halimiz? Yani şimdi kendimi Süpermen olarak düşünsem, uçabilir miyim? Aslında parası neyse veririm uçarım, -Eyyy yerçekimi sen kim oluyorrrsun? Ama derdimiz uçmak değil, ben ayaklarım yere bassın istiyorum. Sarayımın özel olarak üretilmiş çok pahalı mermerlerine basmak istiyorum. Kapkaranlık çevresini nur topu gibi aydınlatan bir evde oturmak istiyorum. Artık bu hakkım. Yeterince acı çekildi, artık biraz da lüks görelim.

Sonuçta ölümlü ülke, ölümlü insan… Yaşarken öğrenmek en güzeli değil mi?

* * *

Yazıyı geçtiğimiz haftadan şerbetlenmiş bir haberle kapatıyoruz: Türkiye gündemini titreterek sarsan 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasını kapatan çok değerli savcı Ekrem Aydıner, takipsizlik kararında “rüşvet almak” suçuna yepyeni ve yenilikçi, adeta yeni Türkiye’ye yakışan bir tanım getirdi. Aydıner, rüşvetin sadece menfaat temin edilmesinden ibaret olmadığını belirterek “Menfaat teminini suç olarak düzenleyen rüşvet dışında usulsüz hediye kabulü, irtikap gibi pek çok suç bulunmaktadır” dedi… Özetle “At bi sakal” lafı artık her an “usulsüz hediye” olarak algılanabilir. Adını hediye koydum.