Türk-İslam kültürünün yüce değerlerinden söz ediyor. Bugün bu vasıfların bir ölçüde yitirildiğini ancak yine de genlerde salt iyiliğin olduğunu anlatıyor. Örnekler veriyor: “Batılı bir gezgin, Osmanlı evlerini gayrimüslim olanlarınkinden ayıran özelliğe değiniyordu: ‘Birlikte yaşanan köylerde bacasında leyleklerin yuva yaptığı evler bilin ki Türk evleridir. Çünkü onlar leylekleri rahatsız etmenin günah olduğuna inandıkları için evlerinde ateş yakmazlar…”

• • •

Kürsüde oturuyor, elinde mikrofon. Sözünün arasında uhrevi bir müzik çalıyor. Dev bir ekranda, necefli maşrapa, lale, akan şelale… Yine uhrevi uhrevi meteforlar. Ekran karşısına oturmuş binlerce kişi, kâh hüzünlenip kâh duygulanarak iftarı bekliyorlar.

• • •

Taksim Meydanı’nda ‘dev iftar panayırı’… Masalar beyaz örtülü, şık. Garsonlar papyonlu. İçinde tatlıdan tuzluya, salatadan çorbaya türlü türlü yiyecek olan karton paketleri servis ediyorlar. Kusursuz bir görüntü yaratılmak istense de çok büyük bir terslik hemen kendini ele verip sırıtıyor.

• • •

Bariyerlerle çevrilmiş ‘dev iftar panayırı’nda sığınmacı çocuklar çemberin dışında kalıyor. Yemek dağıtımı bittiği sırada; onlar menüyü seyrediyor. Şanslı olanlar, kutu içindeki bazı yiyecekleri damak tadına uygun bulmayanların lütfedip belediye barikatı altından uzattıklarını bir araya getirmeyi başarıyorlar.

adrese-teslim-iftar-153324-1.

• • •

Bu kadar değil! Bariyerin bitiminde, Gezi Parkı’nın hemen başında kalabalık birikiyor. Özel güvenliğe ‘öbür tarafa’ yemeklerin olduğu yere girmek için çok dil dökenler oluyor. Ne var ki güvenlik her geleni geri çeviriyor… “Geç kaldınız, yasak giremezsiniz! Bana verilen emir bu.”

Bir adam, yanında küçük bir çocukla bekliyor. “Ailemin geri kalanı, karım, çocuklarım içeride” diyor. Cevap değişmiyor: “Yasak birader!” Israr edince… Birkaç güvenlik daha geliyor. Küfür, kıyamet… İçeridekiler, ‘adamın ailesi de’ dışarı çıkmak durumunda kalıyor. Mütedeyyin beyaz saçlı, yaşlı bir adam… Ona da yasak. Başını öne eğip gidiyor. Fakat polis, belediyeci, görevlinin kulağına fısıldayan barikatları aşıp iftar sofrasına kuruluyor.

adrese-teslim-iftar-153325-1.

• • •

Görevliye soruyoruz: “Sığınmacı çocuklar, yaşlı adam, kapıya birikenler giremiyor ya diğerleri…” Onlar protokolden kişiler. Görevli cevap veriyor: “Polise, belediye çalışanına, protokole giriş serbest…”

Dışarıda bekleyip sadece su isteyenler oluyor… O da yok! İki genç, ‘olmaz ya’ içeri girmek için şansını deniyor. Yine aynı cümle: “Yasakkkk! 19: 30’da gelecektiniz!” Gençler gülümsüyor… “bir haftadır, söylediğin saatte geliyoruz zaten!” Biri Kastamonulu, biri Vanlı. İşin aslını soruyoruz, anlatıyorlar: “Yok abi söylenen doğru değil. Başka bir fırıldak dönüyor. Bak boş olan masalar var. Hep gülümseyerek; biri bitiriyor, diğeri noktayı koyuyor: “Biri yer biri bakar işte… Ya herkesin karnını doyuracaksın ya da hiç yapmayacaksın…”

• • •

Derken tam iftar saatine yakın, şık hanımlar, şık beyler barikatı aşıp içeriye giriyorlar. Merak ediyoruz. Bunlar kim? Özel güvenlik, kendinden emin bir ses tonuyla cevap veriyor: “Bunlar bugünkü hayır sahipleri, protokolün dibi yani!”

• • •

Ezan okunmadan on dakika önce, tam bariyerlerin karşı tarafında bir işçi dikkatimizi çekiyor. Üzerinde belediye üniforması var. Bu yüzden bir kutu almış, soteye geçmiş oturmuş, çorbaya, tatlıya çalışıyor. Arkasını dönmüş, yemeğe kapanmış çatal, kaşık sallıyor. İçeriden birkaç kişi çıkıyor. Onların da belediye çalışanı oldukları anlaşılıyor. Ona doğru yürüyorlar. Hepsi sırayla, tekdüze hesap soruyor: “Hacı iftar oldu mu?” Üst üste, sıkıcı sorular tedirginlik yaratıyor. İşçi, “Ben tutmadım” diyor.

İçlerinden biri ‘anlayana’ tehditkâr bir final yapıyor:

“E sen bilin tabii hacı…”

‘Vaktinden önce iftar açan’, kutusunu toparlayıp gidiyor.

• • •

Taksim Meydanı’nda bin bir emekle yaratılan ve kısa sürede tamamlanan sisteme tanık oluyoruz.

Ona, öbürüne, berikine, sığınmacıya yok, protokole, kulağa fısıldayana sistem bekçisine var. Adrese teslim iftar. Göstermelik bir seyirlik! İşte bu yüzden iftar çadırı değil, iftar panayırı! Elbette hasbelkader araya kaynayanlar da var.

Bu öyle bir sistem ki… Oruç tutmayanı anında bulup çıkarıyor ve fişliyor ama karnı aç olan çocuğu görmezden geliyor!

• • •

Kürsüde yaşlıca bir adam… İftar öncesi programı bir şiirle bitiriyor… İkiyüzlülük, bu şiirle kendi ayağına sıkıp, kendini ifşa ediyor. İnsanın hiç yoktan gülesi geliyor.

“…Gösterişe yeltenme, inci mercan takarak

Irmaklardan geçilmez, köprüleri yıkarak,

Oyun içinde oyun kendine gel Müslüman…”

Derken Ezan okunuyor, Allah kabul etsin!

***

İSTİKRARDA GEÇEN HAFTA
* Muhalif olmanın terörist sayılmakla eş anlamlı olduğuna bir kez daha tanık olduk. Özgür Gündem’e destek oldukları için ‘terör örgütü propagandası’ yaptıkları gerekçesiyle Prof. Şebnem Korur Fincancı, Erol Önderoğlu ve Ahmet Nesin tutuklandı. Fincancı Bakırköy Cezaevi’nde tecrit edildi. IŞİD militanlarının bir bir tahliye edilip akademisyen ve gazetecilerin bu denli baskı altına alınmaları Yeni Türkiye gerçeğini teyit etti.

* Gazeteciler mesailerinin çok büyük bir bölümünü yine adliyede geçirdi.

* ‘Gezi’ye tarihi eser’ tartışması eski hesapları açarken, Kasımpaşa’daki topçu kışlasının yıkılması riyakârlığı gözler önüne serdi. Amacın üzüm yemek değil, kin ve nefretle bağcı dövmek olduğu bir kez daha anlaşıldı.

* Cumhurbaşkanı Erdoğan, üçüncü kez El Nusra’nın terör örgütü olmadığına vurgu yapıp desteği dillendirdi. Cihatçı sevgisini taçlandırdı.

* İktidar, ilginç uygulamalarını sürdürdü. Kilis’e füze düşerken, korkudan okula gidemeyen öğretmene bir yıl kademe durdurma cezası verildi.

***

Entegrasyon temel sorun
adrese-teslim-iftar-153326-1.

Mülteci krizini tüm yönleriyle ortaya koyan verilerden hareketle hazırlanan kitapta çözüm önerileri de sıralanıyor. CHP, mültecileri kullanarak, iktidar alanını genişletmek isteyen ve onları hem iç hem de dış politikada bir şantaj unsuru olarak kullanan AKP’nin zihniyetini deşifre ederek, farklı ve insani yöntemlerin altını çiziyor.

Kitaplaştırılan raporda, mülteci krizinin derinliği konusunda alarm zillerinin çoktan çaldığı hatırlatılıyor. CHP, raporda sadece iktidarı değil, sığınmacılar konusunda insani değerlerden uzak yöntemler izleyen Avrupa Birliği’ni de eleştiriyor. Geri Kabul Anlaşması’nın 21. yüzyıldaki köle pazarlığı, devletler arasındaki insan ticareti olduğu vurgulanıyor. Raporla bu insanlık dışı manzara özellikle anımsatılıyor.

Bir gerçek var

Alandan izlenimler ve sığınmacılarla görüşmelerle ortaya çıkan raporda akademisyenlerin görüşlerine de yer veriliyor. Yansıyan önemli sonuçlardan biri, sığınmacıların neredeyse yüzde yetmişlik bölümünün artık her ne olursa olsun ülkelerine geri dönmek istemediği. Durumun kabullenilmesi ve en azından bundan sonrası için gerçekçi politikaların üretilmesi zorunluluğu raporun da bel kemiğini oluşturuyor. Rapora göre; Türkiye’nin geldiği noktada çağdaş insanlık değerleri ile oluşturulacak entegrasyon politikaları ortaya koyması şart.

Politikaların iflası

CHP’nin mülteci raporunu ve çözüm yollarını CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba ile konuşuyoruz. Mülteci sorununun derinleşmesi, iflas eden AKP politikalarıyla doğru orantılı. Ağbaba, sorunları şöyle özetliyor:

“Osmanlıcılık ambalajı ile sunulan vizyonsuz ve hayalperest dış politika, ülkeyi hiç olmadığı kadar yalnızlaştırdı. Artık dünyadan izole edilmiş, dışlanmış, istenmeyen bir Türkiye var. AKP’nin dış politikası geri dönülmez bir şekilde ve tam anlamıyla iflas etti. Biz CHP olarak yıllardır, Türkiye’nin yeniden düzlüğe çıkabilmesi için dış politikanın 180 derece değişmesi gerektiğini söylüyoruz. Ancak bu değişimi AKP yapamaz. Açıkçası hem dış politikada hem de mülteci politikasında değişimin önündeki en büyük engel bizzat AKP’dir.”

‘AKP hâlâ savaşı körüklüyor’

Ağbaba, mülteci krizinin ancak Suriye’deki savaşın bitmesiyle çözülebileceğine değinirken, AKP’nin hala savaşı kışkırttığından söz ediyor: “İktidar, cihatçılara silah yollamaya, terör örgütlerinin sırtını sıvazlamaya devam ediyor. Bu mezhepçi ve teröre destek veren politika ile AKP’nin herhangi bir sorunu çözebilme ihtimali yok.”

Kitaplaştırılan raporda, yapısal önerilerin yanı sıra temel haklar, yerel yönetimler, STK’ler, ekonomi, dış politika ve güvenlik alanlarında da somut çözümler sunuluyor.

Mülteci hakları

Ağbaba, “AKP şu an mülteci krizini dini referanslar ve geçici çözümler ekseninde değerlendiriyor. Biz ise hak temelli, çağdaş ve kalıcı çözümler içeren bir anlayışı ortaya koyduk” diyerek sürdürüyor: “Öncelikle, Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi çekinceyi kaldırması gerektiğini düşünüyoruz. Bu şekilde, ülkemizde aslında mülteci olarak bulunan ancak bu çekince nedeniyle mülteci sayılmayan insanlara hakları teslim edilebilir. Bunun yanında, mültecilere yapılan yardımlar lütuf gibi sunuluyor. Yardımlar devletin sosyal sorumluluğu kapsamına dâhil edilmeli ve hak temelli olmalı. Mültecilerin toplumsal yaşama katılımlarını makro politikalarla düzenleyecek ve entegrasyonu sağlayacak bir Göç ve Uyum Bakanlığı kurulmalı. Geri Gönderme Merkezleri ve sığınmacı kampları, şeffaflık ilkesi doğrultusunda sivil toplum kuruluşlarının ve siyasi parti yetkililerinin ziyaret ve denetimine açık tutulmalı, bu merkezlerin işleyişinde sivil denetim mekanizmaları kurulmalı. Ülkemizdeki mültecileri hedef alan ve yabancı düşmanlığına yaslanan ırkçı, ayrımcı ve dışlayıcı söylem ve uygulamalara tolerans gösterilmemeli.”

Akdeniz sularında sonsuzluğa giden mültecilere adanan kitabın tüm gelirlerinin de sığınmacı çocukların eğitimine harcanacağını da belirtelim.