Pakete kilitlendik, tartışmalar zinciri içinde yuvarlanıp duruyoruz. Peki,  toplumsal gerçekler ne diyor? Şöyle rastgele bir hatırlatma

Pakete kilitlendik, tartışmalar zinciri içinde yuvarlanıp duruyoruz. Peki,  toplumsal gerçekler ne diyor? Şöyle rastgele bir hatırlatma yapalım:
İşsizlik sorunu biliniyor. Resmi rakamlara göre 3.5, gerçek rakamlara göre 6 milyon dolayında insan işsiz. Bu konuda sorunu zikretmekten öte ne yapılıyor?
İhracatın içinde ithalatın oranı (girdi bağımlılığı) biliniyor. TOBB Başkanı’nın kendisi bu başarısızlığı ilan ediyor. Ne yapılıyor?
Tarımsal üretimde artan dışa bağımlılık bu işi bilenleri korkutuyor. Ne yapılıyor?
Tarımsal üretimi korumak gerekirken, son olarak süt üreticilerinin greviyle bir kez daha gördük ki, gerçekte üretimden vazgeçmeyen pişman ediliyor. Ne yapılıyor?
Türkiye’de halkın yarısı geliriyle zor geçindiğini söylemekte? Yoksulluktan perişan aileler, intihara yönelen gençler var. Ne yapılıyor?
TÜİK rakamları, krize rağmen küçülmenin ne kadar az olduğu, ne kadar çabuk toparlanıp büyümeye geçildiğini ilân ediliyor. Yani “krizin teget geçtiği” ispatlanmış oldu! Sonuçları nerede?
Örneğin işsizliğin azalması için, alışveriş merkezleri açmak, yeni kuleler dikmekten başka ne gibi yatırım planları var? Ya Güneydoğu’da ‘terör’ün önlenmesinin ötesinde planlar neler?
Bunlar, Anayasa değişikliği gibi büyük meseleler arasında küçük sorunlar mı?
Peki, seçilirken ne diyordunuz?
Hadi Anayasa değişikliği de gerekli diyelim. Yolu bu mu?
Örneğin çeşitli çevrelerde hazırlanmış anayasa taslakları var. Onlar neden dikkate alınmıyor?
Değişiklik paketinden yana olan “en-demokratların” üst perdeden çıkan sesleri, ben bilirim edaları ile mi demokratikleştiğimizi düşünüyorsunuz?
Onlar herkese demokrasi dersi vermekten hoşlanıyorlar, ama değişiklik paketinin Meclis’e sunulmasında önceden boşa imzalanmış bir listenin kullanılması onlar için bir şey ifade etmiyor. Oysa “seçilmişler” ve “milli irade” diye göklere çıkardıkları kavramlar var.
Bölük-pörçük değişiklikler yerine 12 Eylül Anayasası’nın toptan değişimini öneren, bunun geniş bir mutabakatla yapılması gereğinden söz eden ve bu süreç içinde Meclis’in öncelikle ele alması gereken düzenlemeleri konu eden bir bildiri var; imzacılarından biri de benim.
“En-demokratlarımıza”  göre ise,  bütünlükçü ve tutarlı bu değişim istemi “azamiyatçı”, “gerçekçilikten uzak“ ve “apolitik” .
Bunlardan biri, bildiriye imza veren solcuları “gerçekliğin bir parçası olmaktan korkan apolitikler”, “olması gerekeni savunmayı siyaset sananlar” olarak nitelemekte ve siyasetin “reel “ olanı savunmak olduğunu gibi bir derse girişmektedir.
Siyasetin ne olup ne olmadığı tartışmasına girmek istemiyorum. Yalnızca, yazarın kendisinin de yer aldığı birçok bildiri ve girişimi siyaset mi, boş vakit değerlendirmesi olarak mı değerlendirdiğini merak ediyorum.
Ve Film Festivali
Ve yeter. Bizim dışımızda yaşayan koca bir dünya var. Bu dünyalara girmek için kullanılacak yollardan biri de, film festivalleri.
Bu yıl siftahı, “Çöküş” adlı belgeselle yaptım. Belgesel Michael Ruppert ile yapılan söyleşiden oluşuyor. ABD’deki finansal krizin gelişi konusunda bir-iki yıl öncesinden uyarılarda bulunan Ruppert, şimdi de petrol üretiminin en tepe noktasını geçip aşağıya doğru bir seyir izlediğinden hareketle, ekonomik sistemin tümüyle çökeceği konusundaki görüşlerini aktarmakta. Tam bir felaket senaryosu sunmakta.
Evet, yazı-kışı unuttuk, her şeyi bol bulmak hoşumuza gitti; birileri de bol para kazandı. Ama ekimden hasata makine kullanılan, petrol bazlı gübrelerle yetiştirilen ve küresel şirketlere teslim edilen gıda maddeleri petrol ortadan kalkınca nasıl üretilecek, kullanılan yığınla poşet olmayınca nasıl paketlenecek, nasıl taşınacak?
Alternatif enerji kaynakları mı? Hiçbiri bugünkü büyümeyi ve de yaşam biçimini sağlayabilir nitelikte değil.
Aslında bunlar bilinmeyen şeyler değil; ama dünyanın ve kaynaklarının sınırları olduğunu unutan insanlara bunları hatırlatmak da gerekli. Kime mi?
Tahılı, meyvesi, sebzesi bol bir ülkede kendi tohumlarını unutan, bir kerelik ürün alınan tohumlara yamanan üreticilere ve tüketicilere…
En basitinden, tek kişilik arabalarla seyahat etmekten vazgeçemeyen “güngörmüşlere”…
Ambalaj meraklılarına…
Ruppert yakın bir çöküş konusunda ısrarlı ve insanlara şimdiden bazı somut tedbirler önermekte. Önerdiklerinden biri çok ilgimi çekti.
Örneğin santralların, fabrikaların, arabaların çalışamayacağı bir dünyada paranın nasıl değersizleşeceğine dikkat çekerek, yapılacak en akıllı işin “tohum, ama organik tohum” almak olacağını söylemekte. O’na göre hayatta kalanlar, “organik tohumun, paradan daha değerli” olduğunu fark edenler olacak.
Son bir nokta: Ruppert tüm söyleşi boyunca sigara içti. İnsan sağlığı konusunda gösterilen duyarlılığa karşı, yeryüzünün varlığı ve sağlığı karşısında gösterilen kayıtsızlığın ironisi olsa gerek. Siz ha bire ömürleri uzatmakla meşgul olun; ya gezegenin ömrü, yaşam olanaklarından ne haber?