Son zamanların ne kadar uzak durmaya, görmezden gelmeye çalışsanız da gelecekte, hem öyle uzak değil hemen burnumuzun dibindeki gelecekte robotların dünyasına geçileceğini, işçilerin işsiz kalacağını, artık yorulmayan, grev yapmayan robotlar sayesinde, daha neler neler… Eh işte artık göğsünü kabartarak konuşuyor “tarihin sonunun geldiğini” ilan eden yavşak liberal. Kolay yanıtlar peşindedir liberal aydın. Her şeyi robotlar […]

Algoritmanın ihaneti

Son zamanların ne kadar uzak durmaya, görmezden gelmeye çalışsanız da gelecekte, hem öyle uzak değil hemen burnumuzun dibindeki gelecekte robotların dünyasına geçileceğini, işçilerin işsiz kalacağını, artık yorulmayan, grev yapmayan robotlar sayesinde, daha neler neler… Eh işte artık göğsünü kabartarak konuşuyor “tarihin sonunun geldiğini” ilan eden yavşak liberal.

Kolay yanıtlar peşindedir liberal aydın. Her şeyi robotlar yapacak, isçiler işsiz, yani parasız kalacaksa, robotlarla, yeni kölelerimizle ürettiğimizi kime satacağız? Demek ki efendim, insanların alışveriş yapmasının yollarını arayıp bulacağız. Hepsini asker yapsak, savaşa sürsek, işte bir gelir ve tüketim kaynağı, öyle değil mi efendim? “öyle değil” diyorlar yine kimi şom ağızlılar; savaşlarda da robotlar kullanılacakmış, yani hem savaşa devam, hem açlığa yoksulluğa…

Konunun uzmanı değiliz, diyalektiğin her olgunun kendi zıddıyla birlikte var olabildiği bilgisi bizi umutlandırıyor. Thomas Kuhn gibi “Bilimin katmanlar halinde birikerek gelişmediğini, birikimin diyalektik sıçrama ile üst aşamaya geçtiği” fikrini hararetle savunan (Bilimsel Devrimlerin Yapısı; Alan yayınları.) bilimcilerin de desteğiyle umutlanıyor, insanoğlunun her ne kadar kendini ve doğayı yok etmek gibi sistemin yapısından gelen “çaresizliğin” içinde debelendiğini bilsek de, “umut yine de insanda” demekten kendimizi alamıyoruz, çünkü biz de insanız nihayet.

“İNSAN İNSAN OLDUĞUNDAN”

“İnsan insan olduğundan acıkan karnı doymalıdır” derdi eski bir devrimci ezgi; hiç kuşkusuz insanın karnı da beyni de geniştir, tüm gereksinimlerine, ne varsa ulaşabileceği, sanat, kültür, şarkı, şiir, tümüne açtır. Bu nedenle de işçinin işini elinden alacak yetenekli, insan gibi hata yapmayan makinelerin dünyasının hem bir tehlike, hem de yeni olanaklar dünyası olduğunu kabul etmek gerekecektir. Robotlar dünyasının yığınsal işsizliğe yol açması bir yandan işçinin yabancılaşmasını derinleştirirken, öte yandan uzmanlaşmayı zorunlu kılması nedeniyle çıkış yolunu aydınlatabilecek bir ışık olma olasılığı da yok değildir.

Ne kadar ihtiyatlı cümleler kurduğum dikkatinizi çekmiş olmalı, çünkü daha işin başındayız her ne kadar belli alanlarda robotlar işi devraldıysa da şimdilik işsizliğe yol açan ölçülere ulaşmadı robotik teknoloji. Çünkü hala işgücünden daha pahalı bir yöntemdir, tıp alanında kimi önemli, sevindirici gelişmeler dışındaki robotlar yığınsal olarak devreye girmiş, isçilerin fabrikalardan kovulmasına yol açan ölçülere ulaşmış değildir. Hatta kimi sektörlerde işçi sayısının arttığı bile gözlenebilmektedir. Yolu zorbalıkla tıkanmış, grev yapamayan, hakkını arayamayan, siyasal bir bilinçle hareket edemeyen işçinin ucuz işgücü olarak daha değerli olduğunu patronlar biliyorlar.

Hem sonra bu yapay zeka sahibi robotlara nasıl güvenecekler ki; ya “robot robot olduğundan…” sırf bu olmaz olası zekası, kendi kendini yazması olası algoritması nedeniyle, “tamam ama sana da gerek kalmadı, hoşçakal dostum” derlerse.

Robot kardeşlerimizin metal ya da her neyse, aksamından, pilinden başka kaybedeceği bir şeyleri olacak mı, nasıl güveneceksiniz algoritmasına proleter robotun?

ÜTOPYA İLE GERÇEKLİĞİN DİYALEKTİĞİ

Şaka bir yana, işin gerçeği, ütopyası böyledir. Aslında ütopya ile gerçeklik arasındaki diyalektik ilişki bu karmaşık konuya da ışık tutabilir. Ütopyacı tutarlı bir gelecek kurgucusudur; ünlü tarihçi Edward Hallett Carr’ın uluslararası ilişkileri kavramada yöntem önerisini de içeren eserinde söylediği gibi “ütopyacı zorunlu olarak iradecidir.” Ne güzel yazıyor: “Ütopyacının karakteristik kusuru naiflik, gerçekçininkiyse kısırlıktır.” Ütopyacılar belki fark edemezler ama önermelerinin “gerçeklik dünyasında kökleri vardır.” Bu ikiliyi, aynı zamanda “teori ile pratik”, biraz daha kişileştirerek “entelektüel ile bürokrat” olarak da resmeder Carr. Bu tablonun son durağında, “ütopya gerçeklik antitezi ve teori pratik antitezi kendisini bir kez daha radikal-muhafazakar, Sol-Sağ antitezinde yeniden üretir.” (E.H.Carr; Yirmi Yıl Krizi, Bilgi Üniversitesi Yayınları. sf. 61-70) Konumuzla bağlantısı şuradadır ki, teori kendisiyle birlikte pratiği değiştirebilir. Robotik teknolojinin gelişmesi akıllı robotların, yapay zekanın devreye girmesiyle gerçekten de algoritmalarını yenileyebilen robotlar, insanlığın dostları olarak kapitalizmle uzlaşamayabilirler.

Peki yeryüzüne, bizi teslimiyetçiliğe zorlayan zamanın ruhuna değil, zamanımıza dönelim; ne oluyor? Dünya besbelli ki hızlı, kötü değişimler geçiriyor. Üstelik ne kadar gizlesek de bu kötü değişimin sorumlusu da kurbanı da bizleriz. Bu durumda öne çıkan daha doğrusu biz ne kadar gözlerimizi kapatsak da akıp giden, şimdilik üçle sınırlayalım, olgu var.

Birincisi çölleşmedir. Çölleşme aynı zamanda yoksulluğun artması, gelir dağılımındaki olağanüstü eşitsizliğin katlanması demektir. Öyle anlaşılıyor ki, Amerikalı Marx yorumcusu Mike Davis’in özetlediği anarşist fizikçi Kropotkin’in “doğal tedrici çölleşme” teorisi doğru çıkmış, doğal olmayan müdahalelerle çölleşme hızlanmıştır. (Eski Tanrılar, Yeni Bilmeceler. Yordam Kitap. sf.248)

İkincisi Güney’den Kuzey’e, Doğu’dan Batı’ya büyük göçtür. Bu göçerlerin kimler olduğu sorulduğunda verilecek yanıt, dünyanın işsizleri, isçileri, yoksul köylüleri, umarsız halk sınıfları olduklarıdır.

Üçüncüsü özenilen dünyada işlerin şimdi ancak uzmanların görebildikleri türden çalışanlar açısından bir felaket olarak tanımlanan robotlaşma eğilimidir. Kısacası dünya çölleşiyor, bizler büyük umutlarla ve milyonlar halinde çölleşmeden yoksulluktan, ölerek, denizler aşarak ulaşmaya çalıştığımız batının kışkırttığı savaşlardan kaçıyoruz. Gittiğimiz yerlerde, şehir kapılarında bizi ruhsuz robotların beklediği söyleniyor. Diyorlar ki artık yalnızca algoritmalarla çalışan robotlar ve onların efendileri var bu yeni dünyada. Onlar kendilerini artık giderek hızla çölleşen bu dünyada, açlık susuzluk çekmeyen, aşık olmayan robotlarıyla yüksek duvarlarla çevirdikleri sitelerinde yaşayabilirler.

Ne kötü, ne kadar gerçekdışı bir tablo.

“ÖLÜYORUZ DEMEK Kİ YAŞANILACAK”

Hayır, herkes de biliyor ki böyle olmayacak geleceğin dünyası.

Kapitalizm kendi ölümünü içinde taşıyan sistemdir. Duyduğumuz gürültüler ise onun çaresizce kışkırtmayı sürdürdüğü savaşların gürültüleri. Yeni planlar yaparak, kendine göre mutlu, düşman sınıfın olmadığı bir dünya hayal ederek, zenginlikleri paylaşmayı sürdürerek geleceği kurduklarını kanısındalar. Bir şey kurdukları yoktur. Giderek devrimcileşecek “büyük göçün” istekleri de nihayet karşılanmak zorundadır. Robot ordularının da bir hayalden ibaret olduğunu anlamaları uzun sürmeyecek, çünkü dedik ya daha şimdiden serbest yazılımların, her şeye hakim olduklarını düşünenlerin umduklarının tersine yeni hizmetkarların devrimci algoritmalara dönüştüğünü görecekleri zamanlardayız.

“İşte nihayet Marx’ın toprağı iyi kazan köstebeğinden kurtuluyoruz” diyen, kendi yarattığı borsanın bilgisayardaki görüntüsünü korkuyla izleyen, kültürlü burjuva kılığını çoktan terk etmiş, eski zamanlardaki hırçın, vahşi kapitaliste dönüşen egemene diyoruz ki, bütün toplumun çıkarlarını savunma özelliğini içselleştirmiş işçiler boş zamanlarını okumak, yazmak, çizmekle dolduracakları, öngörülmüş, gerçekleşebilir ütopyalarına bugün daha yakındırlar. Evet tehlikeyi görüyorlar ama kurtuluşun yaklaştığı da seziyorlar.

Hayal mi dediniz?

“Hayaldir gerçeğin aynasında kendini gösteren kırmızı güller /Ah! Geçen zaman içinde, bilmezsiniz ne kadar gerçektiler”