Memlekette herkesi fişlemişler. Ne için? Güvenlik sorunumuz varmış. Halkını fişleyen bir sultan sadece kendi güvenliğinden endişe eder. Sevilen bir hükümranın, halkından saklanması, sürekli sorgu ve baskı altında tutması gerekmez ki! Demem o ki; saray var, soytarılar da edinildi, dahası yalan dümenine uygun çarklar işlemeye başladı ama korku alabildiğine dağları sarmış durumda. Kötü bir tercihti tabanını sıklaştırmak için düşman yaratmak.

Herkes biliyor ki; ne camide içki içildi, ne Kabataş’ta bir kadına saldırıldı, ne Arınç suikastı diye bir zırva söz konusuydu, ne de darbe yapacak bir ordu vardı. Hatta iddia ediyorum işin başından beri ordu ile AKP hep kol kolaydı. İkisi de demokratik, örgütlü, sınıfsal bilinci olan, aydın, sorgulayan bir toplum istemedi. Eğer böyle bir toplum doğarsa; sonucun ne olacağını kestirmeleri güç değil! Yunanistan’da, İspanya’da ne oluyorsa, aynısı Anadolu’da gerçekleşecekti. Erdoğan’la Büyükanıt arasında ne fark var? İkisi de aynı yolun yolcusu…

Toplumbilim bize mühendislik çalışmalarının yirmi yılda sonuç vereceğini söylüyor. 12 Eylül Darbesi askeri yobazlarla, sivil yobazların koalisyonuydu. Bilerek ve isteyerek memleketin iyi yetişmiş insanları katledildi. Soykırımdır bunun adı. Sadece insanları öldürerek kırım olmaz. Fikirlerin de soyu kazınabilir. Bu memlekette bir tane solcu kalsın istemediler. Yakın doğu bataklığında ne oluyorsa, bu memleketin yazgısı da aynı olsun istediler. Demem o ki; baştan bu yana ‘sivil’ iktidar palavraydı. Kafa aynıydı asker ve sivil yobazın; milliyetçi, devletçi, piyasacı, erkek egemen, Sünni…

Erbakan’a yapıldığı savlanan darbe, bana sorarsanız büyük kurgunun bir parçasıdır. Milli Görüş’le alınacak yol yoktu. Amerikancı ve daha piyasacı ve liberalleri dinleyecek bir koalisyon gerekliydi. Üstelik tüm bu kurguya uygun zemin hazırlanmıştı. Türban bahane edildi ve mağduriyet yaratıldı. Sonra Milli Görüş gömleği hızla çıkarıldı ve nihayetinde dindar soslu, babalar gibi neoliberal siyasete uygun bir koalisyon yaratıldı. Esasen Abdullah Gül figür olarak daha uygundu bu tezgâha ama Erdoğan çıktı ortaya. Çıkar çıkmaz da aldı başını yürüdü. Halkının büyük talihi olduğunu düşünen bir kurtarıcıydı o. Şimdilerde sadece sarayın yalnızlığında hepimizi dikizleyen bir sultan!

Memleketin bir şirket gibi yönetilmesi yeni değildir. Her kim bu sözleri duyunca irkilip yadırgıyorsa ya okur-yazar değildir ya da fazla saf! Menderes’ten bu tarafa hızla ricat eden bir Cumhuriyet’in bolca darbe ile habire kendine getirilmeye çalışılması bundandır. Piyasa halkın kanını emer, yeni zenginler yaratılır, ardından kriz gelir, pusu da bekleyen kötülük ortaya çıkıverir. Emperyalizmin her zaman kullanışlı siyasilere ihtiyacı vardır. Önce onları bulur, izler, ardından “Aslansın, kaplansın, dünya liderisin” der ve sürer piyasaya. Üçüncü dünyanın halkları milliyetçilik ve dincilik karşısında hep yenik düşer. Bir de hakikati söyleyelim “kurnaz”dır doğu halkları. Köşe dönmeye bayılır. Çalmakla değil, kimin çaldığıyla ilgilenir. Hırsıza isyan etmez, ortak olamadığı için öfkelenir!

“Gezi Dirilişi”ni bir türlü aklından çıkaramayışı bundandır sultanın. Tüm bu olan bitenin dışında bir seçenek daha olduğunu anımsattı Gezi süreci topluma. İnsanlığın tarihinde etik değerler olduğunu, sanatın, bilimin önemini ve nihayetinde haysiyetini satmanın bir bedeli olduğunu anımsattı topluma. Her değerin ayak altına alındığı; metanın ve insanın alınır satılır olduğu bir dönemde “Başka bir dünya mümkün” demenin adıydı Gezi!

Gezi’de kaybedilen çocuklar bu toplumun ortak evladıdır artık. Yazılı olmayan vasiyetleri kimse belleğinden silemez. Bugün “Deniz, Hüseyin, Yusuf” neden unutulmuyorsa, bu çocuklar da silinemez Anadolu toprağından. İzleri derindedir, acıları dipdiridir. Çok olmanın sarhoşluğuyla ve hükümranın gücünden faydalanıp köşelerinden, ekrandan her türlü küfrü eden yandaşlar da bilir bu gerçeği, içlerinde eli kalem tutan çoktur…

Ben bugün Ali İsmail’in yaş günü için Antakya’ya gidiyorum. Emel Anne’ye sarılmaya, Hatice Ana’nın elini öpmeye