İki ayrı Diyarbakır vardı pazar günü. Iğdır FK maçı öncesi ve sonrası Diyarbakır! Öğleden önce coşku ve zafer kutlaması hazırlıkları, öğleden sonra ise ölüm sessizliği...

2-0 yenildiler. Kastamonu maçı ardından sokakları dolduranlar evlerine çekildi. Karnaval havasına hazırlanan şehir boynunu büktü. Şehirden binlerce kilometre uzakta yaşayan on binler de.

Amedspor’u Barcelona’ya benzeten S. Demirtaş hücresinden bunları ne kadar hissetti, o da mı şampiyonluk coşkusunu 28 Nisan’da Somaspor’u deplasmanda yenme umuduna erteledi, bilmiyorum.

Başlıktaki “Més que un club” (Bir Kulüpten Fazlası) Barcelona’nın mottosuydu. Takımın, bir futbol kulübü olmasının ötesine geçerek Katalanlar için kültürel, toplumsal ve siyasal anlamını ifade ediyordu.

Dünyada “bir kulüpten fazlası” olan başka takımlar da var. Solcu ve anti-faşist duruşuyla bilenen Almanya’nın St. Pauli’si… İskoçların, ayrımcılığa karşı mücadele ve taraftarlarının siyasal aktivizmiyle öne çıkan Celtic’i… Kökleri Buenos Aires’in işçi mahallelerinde olan, siyasal ve ekonomik baskılara direnişin sembolü Boca Juniors’u Arjantin’in…

Ve Filistin Milli Takımı… Seyahat sınırlamaları dahil pek çok engeli aşarak uluslararası karşılaşmalara çıkan ve Filistinlilerin mücadelesinin sembolüne dönüşen takım…

Amedspor’u “bir kulüpten fazlası” yapan, biraz da, ona sportif başarı ve bir şampiyonlukla taçlanmasına ramak kalmış bu süreçte yaşatılanlar oldu. “Beyaz Toros” ve “Yeşil” pankartları açılan, sahaya olmadık şeyler atılan, taraftarı çocukların boynuna başka takım atkıları takılarak videolar çekilen, sövüldükleri, dövüldükleri maçlar oynadılar. Top oynamak için gittikleri stadyumda ekranda askeri operasyon görüntüleri, ses sistemlerinden yayılan “Ölürüm Türkiyem” parçaları oldu. “Adınız niye Amed?” diye de linç edildiler sosyal medyada.

Türkiye’nin bir Amedspor hikayesi oldu; ‘barış süreci’nin ve çatışmaların ikliminde ‘yeşil-kırmızı’ formasıyla sahaya çıkan, kupada Fenerbahçe’yi Diyarbakır’da yenip İstanbul’da yenilerek efsane olan, play-off’a kalması silinen puanlar ve para cezalarıyla engellenen, gittiği her deplasmanda üzerlerine ‘salla bayrağı düşman üstüne’ diye bayrakla yürünen, dövülen ve ana avrat sövülen bir Amedspor…” diye yazmıştım 5 yıl önce öylesi bir maçın ardından.

Onlar, şimdi şampiyonluklarının konuşulduğu bu günlere bütün bunlara itiraz için top koşturarak geldiler!

Simon Kuper’in kült kitabı “Düşmana Karşı Futbol” (Football Against the Enemy” İngiltere’de yayınlandıktan iki yıl sonra, 1996’da “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” diye Türkçeye çevrilmişti.

İyi ki de öyle çevrilmişti, çünkü Türkiye şunu da gördü: “Bir futbol takımının ‘düşman bayrağı’ gibi saldırılan yeşil-kırmızı renkleri, bir zamanlar Diyarbakır Stadyumu’nda bu devletin polis müdürünün elinde dolaşırdı. Diyarbakırlıların ‘Gaffar Baba’ dedikleri ve cenazesinin ardından kollarında siyah bantlarla 150 bin kişiyle yürüdükleri Emniyet Müdürü, etle tırnağı daha da bağlamak için her maçına giderdi Diyarbakırspor’un. Yeşil-Kırmızı bayrağı alır, tribünler önünde tur atar, stat da ‘Gaffar Okkan, Gaffar Okkan’ tezahüratıyla inlerdi.”

Hangisini istiyoruz gerçekten?

Amedspor şampiyon olur bence, hepimize kazandırarak hem de!

Şu yerel seçimlerden sonra, iklim de epey değişmişken memleketin birçok yerinde. Artık bambaşka karşılansalar gittikleri şehirlerde, stadyumlarda “Bütün Dünya buna inansa, bir inansa, hayat bayram olsa / İnsanlar el ele tutuşsa, birlik olsa, uzansak sonsuza” diye çalsa şarkılar.

İşte o zaman, asla sadece futbol olmayan bir futbolla, hep birlikte şampiyon oluruz!