Gerçeği kabul etmek can sıkıcıdır; özellikle de değiştirme iradesi eksik ya da zayıfsa. Eğer adım atmak istiyorsak, bu irade değiştirilmesi gereken gerçekle ilişkisiz, hayali bir gerçeğe dayanmamalıdır. Gerçeği kabul etmeden onu değiştirme iradesini etkinleştiremezsiniz. Özellikle 1960’lardan sonra solun gerçeklerle ilişkisi bu nedenle inişli çıkışlı olmuş, kimi zaman teorik pratik eylem, gerçeği değiştirme iradesini güçlendirecek adımları […]

Gerçeği kabul etmek can sıkıcıdır; özellikle de değiştirme iradesi eksik ya da zayıfsa. Eğer adım atmak istiyorsak, bu irade değiştirilmesi gereken gerçekle ilişkisiz, hayali bir gerçeğe dayanmamalıdır. Gerçeği kabul etmeden onu değiştirme iradesini etkinleştiremezsiniz. Özellikle 1960’lardan sonra solun gerçeklerle ilişkisi bu nedenle inişli çıkışlı olmuş, kimi zaman teorik pratik eylem, gerçeği değiştirme iradesini güçlendirecek adımları müjdelerken, kimi zaman sol ya da sağ eğilimler Marksist solu gerçeklerden uzaklaştırmıştır.

***

Şimdi farklı bir dönemden geçiyoruz. 12 Eylül ile birlikte köklü bir rejim değişikliğinin kapısı açıldı; solun da ortak olduğu kimi yanlışlarla İslamcı otoriter bir hareketin sistemli eylemi Cumhuriyetin ikirciksiz sahip çıkılması gereken laiklik, bağımsızlıkçılık, zayıflamış da olsa aydınlanmacılık gibi değerlerini tahrip etti. Tabloyu biliyoruz; değiştirilmesi gereken gerçek budur. Koşullar değişti; siyasette kararsız, laik cumhuriyeti koruma konusunda gönülsüz iktidarların yerini rejimi değiştirme becerisini kanıtlamış İslamcı hareket aldı.

***

Önceki dönemlerin, örneğin TİP’in nesnel koşulları değerlendirerek kazandığı sınırlı zafer yıllarının koşulları bugün yok. O dönemde parlamento önemli bir mücadele alanıydı, sosyalist solun Meclis’teki varlığı, eylemi halk sınıfları içinde sosyalistleri güçlendirdi. Şimdi durum tümüyle değişmiştir. Parlamento işlevsizleştirilmiştir; gelişmeler yasa yapma yetkisinin tümüyle ortadan kaldırılacağını, Meclis’in vekillerin konuşma kulübüne dönüştürüleceğini gösteriyor. Tamam, kuşkusuz her olanak değerlidir ama değişeni görüp yeni bir görev tanımı yapmak da gereklidir.

***

İktidar partisi, bloku ya da otoritenin toplandığı makam, merkezileşmeyi temel politika olarak benimsemiş, bu konuda tarihi, teorik-pratik birikimden yararlanma yolunu tutmuştur. Asıl referans noktası İslam ülkeleri değil Batı’daki denemelerdir. İktidar açısından akılcı olanın bu olduğunu bilmekte de yarar var. Bugünlerde iktidara yakın Think Tank kuruluşlarında Carl Schmitt’in tezleri üzerinde çalışıldığını biliyoruz. Bu da pratik adımlarla birleştirildiğinde iktidarın yol ve yöntemini açık bir şekilde gösteriyor.

***

Merkezileşme yalnızca yasama, yürütme, yargının tek elde toplanması değildir. Görünen o ki, en küçük birimlere kadar merkezileşmenin etkisi hissedilecek, tüm sosyal politik süreçlere “de facto” müdahale hızlanacaktır. Bunun sol açısından önemi, tuhaf gelebilir ama olumlu yönü, solun kendini “yüksek politika” ile sınırlama yanlışından kurtarması olacaktır. Demek ki mücadele tüm yurt sathında, tüm alt birimlere kadar zorunlu olarak yayılacaktır. Sol, muhtarlıklardan yani mahalleden semtlere, ilçeye, ile, halkı ülkeyi ilgilendiren sorunların öne çıktığı en küçük birimlere kadar var olmalıdır. Buralarda ortaya çıkacak hiç bir olanak küçümsenmemelidir; solun sosyalist muhtarlara, belediye başkanlarına, semt önderlerine, seçimlerin kazanılmadığını yerlerde gölge muhtarlara, belediye başkanlarına ihtiyacı var ve bu mümkündür. Kuşkusuz bu politika, sosyalist iktidar hedefinden uzaklaştıracak bir sapmaya yol açmamalı, tam tersine halk sınıflarının sosyalizm hedefine kilitlenmelerinin yolu yöntemi olarak değerlendirilmelidir.

***

İşte bu nedenle ben değerli dostum Alper Taş’ın Beyoğlu’nda, sevgili arkadaşım Erdem Gül’ün Adalar’da adaylıklarının “armudun sapı üzümün çöpü” demeden desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Kuşkusuz bu dileğim öteki sosyalist adaylar için de geçerlidir.