“Kapitalizm Küreselleşirken Dünya Ahvali” adlı kitabımın ikinci bölümünü

“Kapitalizm Küreselleşirken Dünya Ahvali” adlı kitabımın ikinci bölümünü, “Küreselleşme Karşısında Avrupalılaşma. Küçük Kardeş veya Alternatif?” başlığı altında avrupalılaşma ve küreseleşmenin benzerlikleri ve farklılılarını irdelemeye ayırdım.

AB projesinin, bir yandan küreselleşen kapitalizm karşısındaki konumu, benzerlik ve ve farklılıkları nedeniyle, öte yandan ulus devlet gerilerken oraya çıkan ulus-üstü kurumsallaşma olarak bir “labaratuar“niteliğinde olduğuna kuşku yok. Bu nedenle AB içinde olup bitenler, AB dışındaki dünyayı da yakından ilgilendirmekte.

Avrupa’daki ekonomik bütünleşme başlı başına irdelenmeye değer. Avrupa Birliği (AB) deyince ekonomik bütünleşme kadar,  Euro bölgesi, ulus-üstü yapılanma, paylaşılmış egemenlik, Avrupa organları gibi farklı yapılanmalar ve iddialar aklımıza gelebilmekte. Bunların, hem kendine özgü bir model hem de çelişkili ve karmaşık bir yapı ortaya çıkardığına da kuşku yok.

Ayrıca, başından buyana hedefleri ve yapılanmasında büyük değişim geçiren bir süreç karşısında olduğumuz ortada; nereye gideceğini de tam bilemiyoruz. Bu nedenle, AB ile ilgili en anlamlı tanımlamanın “sürüp giden bir proje” (ongoing project)  olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Bu değişimin, coğrafi anlamda “genişleme”,  siyasal ve yönetsel anlamda “derinleşme” gibi iki temel boyutu olduğu biliniyor; her iki boyuttaki değişim henüz tamamlanmadığı gibi, nereye doğru evrileceği de belli değil. Bütünleşmenin serencamının, nihai anlamda projenin anlamı ve niteliğini belirleyeceği de ortada.

Öe yandan Avrupalılaşma projesi,  küreselleşme karşısındaki konumuyla da ilginç. Her iki süreç de, geç kapitalizmin iç içe geçmiş iki halini oluşturuyorlar. Her ikisinde de Avrupa sermayesinin ve büyük şirketlerinin hem payı hem kazancı çok. Her iki süreç de Avrupa sermayesinin dünya ekonomisindeki yerini ve oyuncu olarak elini güçlendirmekte.  Bu nedenle, Avrupa bütünleşmesini, küreselleşen kapitalizmin bir parçası, uzantısından başka bir şey olarak düşünmemek de mümkün.

Buna karşın, Avrupa’da AB eliyle gerçekleşen ekonomik bütünleşme, büyük biraderden farklılıklar da sergilemekte. Bu farklılıkların, Avrupalılaşmanın, ya da kapitalizmin Avrupa versiyonunun hem gücü hem zaafını oluşturduğunu söylemek de yanlış olmaz.

Kıyaslama yaparken saptadığım bulguların en başında, küreselleşmenin şuradaki veya buradaki ülkelere ve halklara danışılmış bir yanı, siyasal ve demokratik bir niteliği olmamasına karşın, Avrupa’daki ekonomik bütünleşmenin baştan buyana siyasal bir süreç olması gelmekte. 50’i yıllarda kükümetlerin kararıyla ekonomik işbirliğine gitmek yolunda kararlar alınmış. Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan Avrupa Birliğine doğru evrilen süreçte de, siyasal kararlar belirleyici nitelikte.

Bunun  yanısıra, AB kurumları oluşturularak ve kararlarda önce oy birliği, sonra nitelikli çoğunluk aranarak Avrupa düzeyinde “paylaşılan bir egemenlik” alanı yaratılmış durumda. AB sürecinde Avrupa Parlamentosu ve sosyal diyalog mekanizmaları aracılığıyla alınan kararların siyasal ve demokratik niteliğinin güçlendirilmesi istendiği de biliniyor.

Oysa küreselleşme sürecinde bunun esamisi yok. Ne G20 gibi uluslararası platformlar, ne de Dünya Bankası, Para Fonu gibi uluslararası kuruluşlarda bir egemenlik paylaşımı, bir demokrasi düşüncesi var.

Bu farklılıklar Avrupa’daki ekonomik bütünleşmenin güçlü yanlarıydılar; ama bir dolu çelişki ve çatışmayı da beraberinde getiriyorlardı. Genişleme sürerken, ekonomik ve toplumsal dengesizlikler artıyor, uyumsuzluklar büyüyor. Derinleşme devam ederken, demokrasi beklentisi yükseliyor. Hedefler,  politikalar ve beklentiler artarken, proje nitelik değiştiriyor; fakat bu niteliği destekleyecek yapısal ve politika değişiklikler göze alınamıyor.

En önemlisi de, hedef büyüten AB’nin, benimsenen hedefleri yönetmek için yeterli siyasal ve ekonomik güce sahip olmaması.

Örneğin Avrupa’nın neredeyse tamamını kapsayan bir ekonomik bütünleşmeyi hedefleyen AB’nin, mali açıdan yetersizliği ortada. Avrupa Merkez bankası kurulur ve parasal birliğe geçilirken, bu birliği yönetecek AB’nin siyasal ve ekonomik açıdan içinde bulunduğu güçsüzlüğü konuşanlar vardı ve haklıydılar.  Avrupa bütünleşmesi kendine özgü yoluyla bunun da üstesinden geleceğini varsaymıştı; ama olmadı; olmuyor.

AB açısından sıklıkla “demokrasi açığı” tartışmaları gündeme gelir. Buna karşın önemli bir açığın, AB’de gelir “toplama ve dağıtma” gücünün olmayışından kaynaklandığı görmezlikten gelinir. Parasal güçleri nedeniyle AB içinde dominant rol oynayan zengin ülkelerin, bu konumdan vazgeçmek istemedikleri, gücü AB’ye devretmeye yanaşmadıkları da bilinmekte. Böyle bir güce ulaşmayan AB’nin, üyeler arasında koordinasyon rolü oynamaktan öteye gitmesine de olanak yok.

Bu nedenle,  Avrupa Komisyonu veya 450 milyon insanın doğrudan yaptığı seçimle gelen Avrupa Parlamentosu önemli organlar olsalar da, paranın ve gücün sahibi Konsey, özellikle de Konsey’in  zengin üyeleri karşısında güçsüz kalmaktalar. Oysa Konsey’den farklı düşündükleri epeyce konu var

Siyasal süreçlerin toplumsal kaygıları dengeleyici/gözetici, bu nedenle ekonomik bütüneşmeyi farklılaştırıcı rolünün, üye ülkelere ve iktidardaki hükümetlere  göre azalıp çoğaldığı da görülmekte. Sosyal demokrat, liberal veya muhafazakar hükümetlerin iktidarda olduğu dönemlerde Konsey kararları da buna göre değişebilmekte. Bu nedenle 2000 başlarında Avrupa Anayasası’nın hazırlanması  gibi girişimlere tanık olunurken, 2000 sonlarında bu girişimlerin dondurulup ekonomik bütünleşmeye ve liberal politikalara ağırlık verildiği görülmekte.

Yine bugün, siyasal müdahaleler nedeniyle “örgütlenmiş” ve “sosyalleşmiş”  yönleriyle liberal kapitalizmden ayrılan Avrupa kapitalizminin, üyeler arasındaki farklılıkları unutmasak da, kendi dertlerine düşmüş üyeler ve değişen hükümetler nedeniyle kılık değiştirmekte olduğu da söylenebilir.  Son zirvede Yunanistan’a yeniden yardım kararı alınırken de, bunu, en başta kendi bankalarının alacakları ve Avrupa piyasasının geleceğini kurtarmak adına yapıldğını düşünmek yanlış olmaz. Yani Avrupa modeline “elveda” mı, değil mi, bilemiyoruz; ama gidişin oraya doğru olduğuna ilişkin kuşkuların az olmadığını görüyoruz. 

Özetle, gerek içindeki güçler, gerek büyük biraderden gelen baskılar nedeniyle Avrupalılaşmanın yolunu farklılaştırmakta zorlandığı açık; bundan tümüyle vazgeçemediği için de çelişki ve çatışmaları artmakta.

Bu nedenle AB  için, “nereye “sorusunu sormanın zamanı gelmiş durumda.

Devamı yarın