“Bürokratik oligarşi bir başbelasıdır. Biz ülkemizde bürokratik oligarşiden çok çektik hâlâ da çekiyoruz.” Bu sözler başbakan Erdoğan’a

“Bürokratik oligarşi bir başbelasıdır. Biz ülkemizde bürokratik oligarşiden çok çektik hâlâ da çekiyoruz.” Bu sözler başbakan Erdoğan’a ait (6 Nisan 2010, gazeteler). Bu sözlerin hedefinin hükümetin emrindeki idari bürokrasi olmadığı açık. Daha bir kaç gün önce TEKEL işçilerine görülmemiş bir şiddet uygulayan “polis büokrasisi” de bu sözlerin hedefi değil. Bu sözlerin hedefinde asıl olarak yargı bürokrasisi olduğu anlaşılıyor. Çünkü idarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine tabi olmasınından haz etmiyor hükümet.
Bu oligarşi bahsinin açması iyi oldu. Hakikaten oligarşik yapılar birer baş belası. Hangi birinden söz edelim. Eğer oligarşi siyasi, idari, askeri veya sınıfsal bir azınlığın egemenliği ise ülkede bürokratik oligarşiye gelinceye kadar ne oligarşiler var: Siyasi oligarşi, sermaye oligarşisi, siyasi partiler oligarşisi, medya oligarşisi, sendikal oligarşi…
Muhafazakâr sağın “milli irade” söyleminin ne kadar çifte standartlı olduğunun en çarpıcı örnekleri siyasi oligarşi bahsinde ortaya çıkmaktadır. Örneğin Yüzde 10 seçim barajının 12 Eylül’den bu yana yarattığı siyasi oligarşik yapıya ne buyurulur. 1987 seçimlerinde yüzde 36 oy alan ANAP milletvekillerinin yüzde 65’ini elde etti ve ardından Özal’ı Cumhurbaşkanı seçtirdi. Dahası ANAP bir azınlık partisi olarak emek karşıtı neoliberal oligarşik bir program uyguladı.
2002 seçimlerinde oyların sadece yüzde 35’ini alan AKP askeri vesayet rejiminin seçim sistemiyle milletvekillerinin yüzde 66’sini elde etti. Bundan hiç rahatsız olmadı. 2007’de oyların yüzde 47’sini, bir diğer ifadeyle 42.7 milyon seçmenden 16.3 milyonunun oyunu alarak milletvekillerinin yüzde 62’sini elde etti. Bu oyla cumhurbaşkanını belirledi ve ardından 1982 Anayasasının verdiği bütün anti-demokratik olanaklarını kullanarak gücünü pekiştirdi. Peki bu durum serbest seçimler sonucu oluşan milli irade mi, yoksa siyasi oligarşinin ta kendisi mi?
Yargı “reformu” için anayasa paketi hazırlayanlar neden siyasi reform içi kılını kıpırdatmaz, seçim barajının kaldırılması ve siyasi partiler yasasının demokratikleştirilmesinden vebadan kaçar gibi kaçar? Çünkü bugünkü oy oranlarıyla koalisyon ortağı olabilecek olanlar oligarşik yapının nimetlerinden vaçgeçmek istemiyor.
Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger, özgün adı Cumhuriyetçi Monarşi (La Monarchie Républicaine) olan ve çarpıcı bir başlıkla, Seçimle Gelen Krallar(*) adıyla Türkçe’ye çevrilen eserinde Batı’nın temsili demokrasiye sahip pek çok ülkesinde aslında yeni tip bir monarşi olduğu yazar. Duverger, cumhuriyet rejiminin her yerde monarşik bir biçim almaya yöneldiğini; veraset yolu ile kral olanların yerini seçim yoluyla kral olanların aldığını vurgular. Seçimle gelen krallar, Anayasal düzenlemelere, yasama-yürütme ilişkisinin biçimine, seçim sistemine, parti tüzüklerine dayalı olarak ortaya çıkabilir. Her düzeydeki seçme ve seçilme ilişkisinde gündeme gelen barajlar/engeller küçük ya da büyük krallar yaratıyor. Oligarşi sadece bürokrasiye has değil seçimle gelen oligarşi de baş belasıdır.
Bir de siyasi parti oligarşileri var. Yoksa siyasi partiler monarşisi mi demek gerek? Çünkü tek adam yönetimini daha çok monarşi ifade eder. Başta iktidar ve ana muhalefet partisi olmak üzere pek çok partinin tüzüklerinde seçim yasasından çok daha anti demokratik hükümler yer alıyor. Genel başkanlar ve yakın çevreleri tek seçici durumuna getirilmiştir. Böylece tek adam tarafından belirlenen ve “milli iradeyi” yansıtmayan oligarşik bir parlamento yapısı ortaya çıkıyor.
Oligarşiler bitmiyor. Örneğin seçimden üçüncü çıkan partinin başkanını başbakan yapmak vesayetçiliğin darbeciliğin ve oligarşik zihniyetin daniskası olmaz mı? Şüphesiz öyle olur! O halde seçimlerden ikinci üçüncü çıkan adayların rektör atanmasına ne oligarşisi diyeceğiz?
Ve nihayet geldik iktisadi oligarşiye; varlıklı sınıfının, sermayenin egemenliğine. İktisadi oligarşi diğer tüm oligarşi biçimleri üzerinde kuvvetli bir etkiye sahip. Uzun erimde etkili olan o. Hükümetleri bir icra komitesi gibi çalıştıran o! İktisadi oligarşi siyasi oligarşiyi avucunun içine alıyor, onunla iç içe giriyor, rıza üretmek için bir medya oligarşisi yaratıyor vb vb... İktisadi oligarşi paranın padişahlığıdır. Devleti bir patron gibi yönetmekten söz ettiğinizde siyasi ve iktisadi oligarşiyi sentezlemiş olursunuz.
Oligarşi bahsinin açılması iyi oldu, sırça köşkte oturup başkalarını camına taş atanları hatırlattık.
(*) Maurice Duverger, Seçimle Gelen Krallar,  Çeviren: Necati Erkut, Konuk Yayınları, İstanbul, 1975.