Dünyada sokaklarda, duvarlarda bir slogan yankılanıyor: “Korona bir virüs, kapitalizm bir salgın!”

Yaşadığımız günler Camus’nün Veba romanını anımsatıyor son zamanlarda... Albert Camus Cezayir’in Oran şehrinde kurguladığı romanında insanların yaşamını altüst eden veba hastalığını Nazizme benzetiyor. “Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri insanların orada nasıl çalıştığına ve nasıl öldüğüne bakmaktır. Çocuklara işkence çektiren bu düzeni sevmeyi ölünceye kadar reddedeceğim.” cümleleri ise bizim ülkemizde yaşadığımız gerçekliğin en iyi ifadesi...

20 yaş altı sokağa çıkma yasağı kararının hemen sonrasında İçişleri Bakanlığı valiliklere bir genelge gönderdi. “18-20 yaş arasındaki kamu çalışanları, özel sektörde çalıştığını belgeleyenler ve mevsimlik tarım işçileri sokağa çıkma yasağından muaf tutulacak.”

Siyasi iktidar, insanların yaşamları pahasına kapitalizmin, sermayenin temsilcisi ve sürdürücüsü olduğunu ancak bu kadar açık, bu denli net itiraf edebilirdi. Koronanın yalnızca bir virüs, hayatları yok edenin ise kapitalizm olduğunu bu kadar yüksek sesle haykırabilirdi. 18-20 yaş arası kayıtlı 811 bin işçi vardı ve asgari ücret üzerinden 3 ay ücretli izin hakkı verilmesi durumunda 5,5 milyar TL yeterliydi. 811 bin yaşam 5,5 milyar TL etmiyordu siyasi iktidar için...

İSİG Meclisi’nin yayınladığı rapora göre mart ayı boyunca 14’ ü koronavirüsten olmak üzere ikisi çocuk en az 113 emekçi hayatını kaybetti. Sağlık Bakanı’nın son açıklamasında ise salgın vakalarının büyük çoğunluğunu 20 ile 65 yaş arası oluşturmasına rağmen yaşamınız pahasına çalışmaya devam edeceksiniz demeyi sürdürüyorlar.

Kamu erki, tüm devlet kurumları yöneticileri kaybedilen yaşamlara rağmen canhıraş bir şekilde “üretim önceliğimiz” diyerek emekçilerin, gençlerin, çocukların sermayenin bekası için çalışmaya devam etmesi gerektiği çağrıları yapmaya devam ediyor. Milli Eğitim Bakanlığı meslek liselerinde, çıraklık okullarında, bilim ve sanat merkezlerinde öğrencileri, öğretmenleri temizlik malzemesi, dezenfektan, maske, önlük, tek kullanımlık çatal, bıçak üretimi yapmaya çağırıyor. Eğitim kurumu niteliği yok sayılan, “sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda” vurgusuyla sayıları hızla artırılan meslek liselerinde, çıraklık okullarında üretilen malzemeler bakanlığın resmi sayfasında ücret tarifesi ile birlikte duyuruluyor. MEB salgına dair kaygıların en yoğun olduğu süreçte yayımladığı bir yazıyla işletmelerin, patronların talebi doğrultusunda öğrencilerin ve çırakların çalıştırılmasının önünü açıyor.

Veba romanında; insanlar vebaya karşı önce bireysel olarak isyan eder, sonra toplu olarak dayanışma içine girer ve başkaldırırlar. Romanın sonunda ise bilim, dayanışma, insanlık kazanır.

Bilimin, dayanışmanın ve sınıfsal mücadelenin haklılığının bir kez daha tarihsel olarak doğrulandığı günlerde mesele bizim ne yapacağımız meselesidir.
Günlerdir ilmek ilmek ördüğümüz dayanışmayı tüm yurttaşlar, tüm emekçiler için yaşama geçirmek birincil sorumluluğumuzdur. Dayanışmayı en iyi bilenler emekçiler, ezilenlerdir ve kimseyi geride bırakmayacağımız duygusunu yaygınlaştırmak birbirimizle, emekçilerle olan bağımızı daha da güçlendirecektir.

Bizim gücümüz sınıfımızdan aldığımız güçtür. Üretimden gelen gücümüzü kullanmaktır. 155 sayılı ILO Sözleşmesi’nin 19. maddesi ile siyasi iktidar da sınıf mücadelesinin kazanımı olan bu maddeye imza atmıştır.

“Bir İşçi, hayatı ve sağlığı için ciddi bir tehlike oluşturduğuna ve yakında vaki bulacağına haklı gerekçelerle inandığı herhangi bir durumu, derhal bir üstüne rapor eder ve işveren bu durumun giderilmesi için gerekli önlemi alıncaya kadar yaşam ve sağlık için ciddi tehlike oluşturmaya devam eden çalışma alanına işçilerin dönmesini isteyemez.”

İşi durdurma, işten kaçınma hakkımızı, üretimden gelen gücümüzü kullanmak en temel hakkımızdır.

Her geçen gün zayıflayan bir hegemonyanın karşısına, bizim cümlelerimizle, dayanışma ilişkilerimizle, sınıfsal gücümüzle “Başka bir yaşam mümkün!” diyerek çıkmanın tam zamanıdır.