Beklerken fazla bir iş yapamazsınız.  Çünkü beklemek başlı başına bir iştir. Öyleyse bu işi tarif etmek, tanımlamak gerekmez mi? Gerekir. Şöyledir:  Bizi “yargılayanların”,  -tırnak içinde, çünkü bir yargılama olmadı, yalnızca ağır ceza mahkemesi’nin kararını uygun bulmakla yetindiler- nihayet kararlarını infaz için infaz savcılığına göndermelerini bekliyoruz. İşimi ciddiye alıyorum ve zenginleştirebilmek için beklemek meselesini dolaylı dolaysız […]

Beklerken fazla bir iş yapamazsınız.  Çünkü beklemek başlı başına bir iştir. Öyleyse bu işi tarif etmek, tanımlamak gerekmez mi? Gerekir. Şöyledir:  Bizi “yargılayanların”,  -tırnak içinde, çünkü bir yargılama olmadı, yalnızca ağır ceza mahkemesi’nin kararını uygun bulmakla yetindiler- nihayet kararlarını infaz için infaz savcılığına göndermelerini bekliyoruz. İşimi ciddiye alıyorum ve zenginleştirebilmek için beklemek meselesini dolaylı dolaysız konularla ilişkilendiriyorum.

Dolaylı belki de ilgisiz bir konu sayılabilir, olayların oyuncuları ile seyircileri arasındaki iyi, kötü, mutlu, mutsuz ve genellikle trajik ilişkiyi düşünüp durdum işte ben de nereyse pasif bir şekilde beklerken.  İkinci büyük savaş sonrasında Almanların büyük çoğunluğunun “böyle korkunç ‘şeylerin’ olduğunu bilmiyorduk” savunması ile kenara çekilmek istediklerini biliyoruz ya da duymuşuzdur.  Polonyalı, post modern temaları pek seven, bir zamanlar komünist ama hala Marx’a  ve Marksizme değer veren, yazıp çizen Zygmunt Bauman da bu konuya kafa yoranlardan. Kimi zaman oldukça acımasız yargıları var ama onları başka düşünürlerin cümleleriyle örtebiliyor. Örneğin “suçun, yani bir şey yapmamanın. inkar edilmesinden” söz ediyor ve “bilmiyordum”  savunmasını tarafız bir kiniklikle yerin dibine batırıveriyor. Şu güzel cümle de ona aittr: “…sorumluluktan kaçarken kullanılan ‘yapabileceğim bir şey yoktu’ türü inkarların daha yeni, daha yenilikçi ve rafine versiyonlarına ilişkin talep, hiçbir zaman bugünkü  kadar acil ve hızla büyüyen bir hal almamıştı.”(Kuşatılmış Toplum. Ayrıntı Yayınları.sf. 283)

Tamam ama bu konu dolaylı ya da dolaysız beklemekle nasıl ilişkilendirilebilir ki? Şöyle oluyor. Memleketin haline, olup bitenlere, dolup boşalan hapishanelere bakıyorsunuz, seyredenlerin çokluğu sizi şaşırtıyor  ve kimi zaman haksız olabileceğiniz her durumun ‘biricik’ olabileceği şöyle bir an olsun aklınızdan geçmiyor. Ve belki de siz o sırada seyredenler değil eyleyenler arasındasınız ya da abartılı bir ‘mağdur kahraman’ rolünü pek sevmiş olabilirsiniz.

Yine de ama bu konu sizden, bizden, senden, benden bağımsız önemli bir konudur. Ortada savaşılması gereken bir ‘kötülük’ var ve bu kötülükle savaşmaktan , ona karşı çıkmaktan kaçınıyorsanız, bu ‘durumun’ muhakeme edilmesinde yarar vardır. ‘kötülük’ gibi  tanımlanması güç ve kimi maman anlamsız sözleri bir yana bırakıp daha somut konuşabiliriz. Örneğin yoksulluk sorumluları belli bir  kötü durumdur; daha ince ve bilimsel ifadesi sömürüdür. Ve biz insanlara “sömürüye karşı ne yapıyorsun” der ve onları kınamaya girişirsek, “de bakalım sen ne yapıyorsun” gibi bir müstehzi bir edayla kınanmamız muhtemeldir. Ama sömürü meselesi gerçekte doğrudan değil dolaylı ifade edildiğinde daha somutlaşır, cisimleşir hatta kişileşir. “Avukatlar  neden içerde?” sorusu böyle bir sorudur örneğin. Sözü  dolandırıp şu günlerde içeri girecek olan gazetecilere getireceğim anlaşıldıysa eğer geçip gideyim, konuyu değiştireyim.

Çağımızın bilgisi, tekniği, duymadım farkında değilim mazeretlerini artık geçerli, kabul edilebilir bir gerekçe olmaktan çıkardı. Artık hepimiz olup bitenlerin tanığıyız. Bu durumda ya sessiz kalacak, gerçekte pek zavallı olan konformist ruhumuzu kuytu bir köşede gizleyecek ya da Bauman’ın dediği gibi “tek uygulanabilir  inkar stratejisine” başvuracağız: “Bir şey yapamazdım”, “bundan fazlasını beklemeyin benden.”

Dürüstlük her zaman iyidir ve kötülüğü geriletir…