İnsan tuhaf bir beceriye sahip, rastlantı deyip geçiştiremeyeceğimiz, garip bir yeti bu.

İnsan tuhaf bir beceriye sahip, rastlantı deyip geçiştiremeyeceğimiz, garip bir yeti bu. Düşüncemizde beliren kimi olay, olgu ve kişileri çağırıyoruz sanki, umulmadık bir anda karşımıza çıkınca onlar, bu kez de şaşırıyoruz. Oysa söz konusu olan bir davet… Çağrıya kulak verenlerin icabet etmesinden daha doğal ne olabilir! Bu çağrının mutlaka adı, yeri, yurdu belli bir kimseye yapılması da şart değil üstelik. Bir döneme, bir duygu ekseninde beliren kimi kişilere yapılabileceği gibi, ortadan bir çağrı olup, kendini muhatap sayan kimselerin üzerine alınıp, yanıt vermesi de söz konusu olabilir.

Geçen on gün karşıma farklı dönemlerde yakın dostluk ettiğim kimilerini çıkardı. Sahne alış sırasıyla ve farklı gerekçelerle karşılaşmak tuhaf bir irkilme yarattı ruhumda. Unutulmuş ve öyle olduğu için de ölü olarak kabul ettiğimiz kişilerin ete kemiğe bürünmüş biçimde, üstelik aynı bedende ama neredeyse bambaşka kişiliklerle önümde durması üstüne yeniden düşündüm. Henüz üniversite öğrencisi ve hayli yaşam acemisi bir genç kız olarak bıraktığım birinin, evli, çocuklu ve uzun süre yurtdışında yaşama deneyimi edindikten sonra karşıma çıkması hoş bir sürprizdi ilk bakışta, ama sonra tanışma, dostluk ve yeniden tanışma üzerine düşünme gereği doğurdu. Sürekli sevmek, sürekli ve güvence altında bir arada olmayı arzu etmek diye bir duygu/durum var mı? Ya da bir zaman fikirleriyle, varlığıyla çekici olan bir kimsenin, geçen zaman ardından sizi kolayca aramasıyla kurulan yeni dilin, ne denli samimiyet içereceğini hesaplamak gerçekten kolay mı?

Ergen yıllar, ilk gençlik ve hemen sonrasına dair düşündüğüm günlerdeyken gelmesi bu kişinin elbet doğal bir tesadüf değil. Ben o günlere dair muhtemelen bir tanık aradım ve aklımdan geçenlerin gerçekliğini teyit etmek için bu daveti yaptım. Zihnin kendini iyi hissetmek, kasıtlı çarpıtmaları önlemek, yerli yerinde ve içten bir röntgen çekmek adına gösterdiği çabaya saygı duyuyorum. Gelin görün ki, yıllar sonra, size ve o günün deneyimlerine yönelik aradığınız tanık, bambaşka bir gündem ve ruh haliyle karşınızda belirince, hem onun belleğinden, hem de şimdiki bakışın etkisiyle yıpranmış hatıralardan pek de hoşlanmıyorsunuz. Bambaşka kişilerden ve tarihten söz ediyor olmak tuhaf.

YENİDEN KARŞILAŞMAK

Ayna karşısında bir süre aksimize bakınca gördüğümüz kişiyle aramızda garip bir mesafe oluşmaya başlar. İç sesin bize tanıttığı, bildiğimizi sandığımız o kişi, karşımızda duranla bir türlü eşleşmez. Çoğu zaman nasıl biri olduğumuzu anlamaya çabalarken, dışarıdan nasıl göründüğümüzü hesaba katmayız. Hatta biz de o görüntüyü bildiğimizi varsayarak davranır ve sanki mutabakat varmış gibi yersiz bir benimseme üzerinden kurarız tüm düşüncelerimizi. Gerçek bu değildir. Yeni aldığımız bir ceketin yakışıp yakışmadığını anlamak, saç kesimimiz biçimli mi değil mi diye aynaya bakmakla, her gün karşılaştığımız kişiyi kavramak için derinlemesine kendimize bakmak/sorgulamak arasında fark var. Kuşkusuz ‘ben’ diye söz açtığım ve tanıdığımızı düşündüğümüz, kendi aksimize yönelik tartışmanın ikircikli bir anlamı var. İnsan ruhsal bir varlık. Kendi dışında olanları görsel bir imge üzerinden kavrasa da, kendi ruhsal/düşünsel sürecine aynı pencereden bakmıyor. Nasıl göründüğü, algılandığı üstüne düşünse, hesaplar yapsa, hatta kuruntular edinse bile, yeterince kendiyle karşılaşmıyor. Hal böyle olunca da, geçmiş zamandan gelen kişilerin/dostların/sevilenlerin değişen görüntüsüne dair türlü akıl yürütme yaparken kendinin nasıl kanı oluşturduğunu düşünmüyor. Yeniden karşılaşma çok boyutlu bir mesele…

Çağrıma kulak verip, karşıma çıkanlar farklı gerekçelerle beni izlemişlerdi. Televizyona çıkmak, kitap yazmak, gazetelere söyleşi vermek, siyasal alanda bir savı taşımak görünmek demek ve dahası gösteri çağının parçası olmak anlamına geliyor. Yaratımla uğraşan, bunu paylaşmak için pazara çıkan/tartışmaya açan kişi için bunda yadırganacak bir durum yok. Bir yanıyla böyle… Öte taraftan, sizin sunduklarınız üzerinde doğan algı, geçmişten gelen kişiye, hakkınızda hüküm verme, hatta tanışıklığı/bilmeyi derinleştirme olanağı sunuyor. Bir kanaat ediniyor, bunu geçmişle birleştiriyor ve üzerinden dil kuruyor. Görünür olduğunuz için, bilinir kabul ediliyorsunuz. Esasen türlü araçlarla, herkes biraz çıplak ve herkes, hakkında hap bilgilerle hüküm verilmesine, bu saldırıya açık! Twitter, facebook, sanal alemde izinli/izinsiz yayılan tüm görüntüler, bilgiler… Doğruluğu, değeri tartışmasız benimsenen kanılar… Bu yanıyla yeniden karşılaşmanın sürprizli tarafı tükeniyor, hazırlıklı bir başlangıçla çıkılıyor yola.

DEPOLAMA AYGITINA SIKIŞMIŞ İZLER!

Daha az rastlantının hüküm sürdüğü bir çağdayız. Geçmiş kalabalık biçimde ve çok yönlü kayıt altında. Elbette garip bir belgeleme, biriktirme biçimini de hesaba katmak gerek. Söz gelimi fotoğrafla kurulan ilişki… Eskiden aile albümleri vardı. Birinin tüm yaşantısı o albümlerde belgelenir, gelişimi adım adım izlenirdi. Doğum, çocukluk yılları, sünnet, nişan, düğün, mezuniyet, törenler, geziler bulunurdu orada. Bir dönemi o güne dair kişilerden, giyimden, mekânlardan, kimi zaman kurulan sofradan, binilen araçtan, seçilen renklerden anlamak mümkündü. Bir yabancıya kendine anlatmak/tanıtmak için ortaya çıkabileceği gibi, ara sıra kişi bir öykü okur, bir belgesel izler biçimde bakardı albüme. Nesne olarak ve ev içinde bir yeri ve anlamı vardı.

Bazı değerli fotoğraflar çerçevelenir, evin farklı bölümlerinde sergilenirdi üstelik. Büyükanne ve dede başköşede gülümseyen bir ifadeyle otururdu. Ölmüştür belki bu kişiler. Bıraktıkları iz günlük yaşantıya katılır, bir yanıyla ölümsüzleşirlerdi. Kişi kendine yönelik bu tür sergilemeler de yapıyor kuşkusuz. Mutlu bir tören, tüm gerçekliği/samimiliğiyle eve yayılırdı. Şimdi elektronik aygıtların içine gizlenen/sıkıştırılan sanal kimseleriz. Anımsamak için zahmetli bir çaba gerek. Küçük bir depolama aygıtına sıkışmış milyonlarca görüntü/an! Art arda dizilmiş, hiçbir seçki yapılmamış türde duruyor. Yaşama dahil edilmesi olası değil. Anımsamak, birlikte soluk alınmak... Geçmiş, o tarih, bir yanıyla yok sayılmış/edilmiş.

Bir makine edinmek ve kolay biçimde fotoğraf karesine dönmek mümkün… Eylemin çabasız gerçekleşmesi, sıkça yapılmasını, yerli yersiz tekrarlanmasına olanak veriyor. Tersine o sıkıştırılmış depolama aygıtından sıyrılıp, bakılmak/anımsanmak giderek güçleşiyor. Kağıda basılmayı başarmak neredeyse imkânsız. O kareye özgü bir çerçeve yapılması, duvara asılmak, ara sıra tozu alınan bir fotoğraf olmak, özel bir değer taşımak olası değil. Giderek tükenen bir tarih söz konusu olan… Bağların koptuğu, bu hız içinde belleğin sürekli bir yanılsamaya itildiği veya işlevine gereksinim duyulmadığı bir süreç. Güvenilir olan(!) ve hayli zengin bir arşiv söz konusu bir yanıyla, ama ihtiyaç duyulmayan! Hiçbir ayıklama yapılmayan ve bir türlü dönüp bakılmayan… Neyi ve niçin depoladığımızı bilmiyoruz. Bilgisayar açıldığında sıkıştırılmış bir depo içinde can çekişiyor görüntüler, birinin tıklama isteğine/insafına bırakılmış kimseler… Gerçek ölüler… Ya da bir cep telefonunun özensiz albümünde yer alıyor suratlar, anlar, hiçbir ayrıntı önemli hale gelmiyor, derin bakılmaksızın, öylece geçip gidiyor şekiller, imgeler, insan suretleri.

İZ BIRAKMAK ÜSTÜNE

Benzer zamanlarda, aynı çevrelerde olmak, kimi olaylara tanıklık etmek, hele o kişiler halen yaşamdaysa ve birlikte anımsama olanağı söz konusuysa yaşadığımıza dair bir delil halini alıyor. Belleğimizin bize oynadığı kimi oyunlarla başa çıkmak için iyi bir sağlama elbet. Kimi zaman derin bir düş kırıklığı için uygun zemin…

Uzun yıllar aynı rüyayı görüyor olmamın nedenini bir yanıyla biliyorum. Geçende Jung, Freud, psikanaliz üzerine bir film izlerken yine düşündüm. Rüyalar bize açıklanmaya muhtaç bir dolu veri sunuyor. Takıntılarımızı, çaresizliklerimizi ortaya çıkarıyor; üzüntü, sevinç doğuran birçok görüntüyü, sırasız, yersiz ve hatta karmaşık bir kurguyla önümüze seriyor. İrademiz dışında bir seçki bu. Belki de derinlerde bir kurgu söz konusu. Jung “milyonlarca insan var ve bir o kadar psikanaliz yöntemi” diyor. Ekliyor, “biz irademiz dışında sunulan bir sürecin içinde deviniyor, tanıklık ettiğimiz kadarına müdahale etmeye, anlamaya çabalıyoruz”… ‘Anlam’ olmaksızın varlığımızın bir değeri olmayacağını, eğer bu inancı yitirirsek bunun bir hastalığa dönüşeceğini de ekliyor. Bu sürecin başımıza gelen bir olgu olduğunun ayırdında olmanın ve bu büyük belirsizlikle başa çıkmanın güçlüğünden söz ediyor. Bir analistin tüm çabasının, kendine yönelik, hakkıyla bir tahlil yapmak olduğunu düşünüyorum. Önünde duran vaka, kendine dair bir kilit olduğu için onunla mücadele ediyor, tahminde bulunuyor, çözmeye, anlamaya gayret ediyor. Önerilen tüm yolların, garantiden uzak, çoğu zaman deneysel olmaktan öte geçmeyen, her ne kadar bir yöntemin izi sürülse bile, her seferinde bir merakın doyurulması için konulduğundan neredeyse eminim. Tıpkı roman yazmak gibi!

Aynı rüyayı görüyor olmamın bir hesabı kesememekle ilgisi var kuşkusuz. Büyük bir çığlıkla boğuştuğum süreci yırtıp, geçmek gerekiyor sanırım.  Dönemin insanlarına gereksinim duyuyorum ve önüme buzdağı çıkıyor. O kişiler çoktan yitip, gitmişler. Bugünkü varlıkları, hem biçimsel, hem ruhsal olarak benim tartışıp, dövüşüp, hesaplaşmayı tamamlayabileceğim noktada değil. Felsefe meraklısı, kavgacı üniversiteli arkadaşım, şimdi pop müzik eleştirmeni olmuş. Tipi pek değişmemiş ama rastladığım kimi mekânlarda adı dışında dün sevdiğim adamdan hiçbir iz taşımıyor. Kaygılarından arınmış(!) sanki… Dahası tüm çabama karşın, aynada baktığım kişinin, o güne dair dipdiri bir belleği olması hesaplaşmayı/kapışmayı yapacak kimse olmasına yetmiyor. Sanki başka biri lazım!

Sık yinelenen rüyayla yaşamak, o ağrıya sahip çıkmak gerek belki. İzler, imgeler, anılar iç içe geçmiş, yorumlanmaya muhtaç, muhakkak ki hangi zihinde biçimlendiklerine göre türlü kurmaca halinde yeniden dökülüp, saçılıyorlar ortaya. Bir çağrıyla karşıma çıkan geçmişin tanıdık yüzleri, yeni bir tanışmayla başka bir başlangıcın kahramanı olurlar umarım. Yoksa en yakın olduğumuzu düşündüğümüz o an, tersine, kendi tarihimizle uzaklaşmanıza neden olabilir. Çehreleri benzer olan, ama artık sesindeki tınıdan, kaygılarına, heyecanlarına dek değişmiş o kimseler bir düş kırıklığına döner kolayca. Yeni birilerini yaşama katmanın ne güç, yorucu bir yük olduğunu biliyorum. Hızla silinen izlerin peşine düşmenin beyhude bir çaba olduğu iddiasıysa doğru değil. Kapalı gözlerle başlayan ve uzun, soluklu süren paralel bir rüyalar dünyası var. Kendini açıklama çabasının anlam yaratmada, süresi belirsiz bir evrene katlanmak için ne demek olduğunu seziyorum.

Ansızın karşımıza çıkan veya bir davetle doğaüstü sanılan bir denk düşmeyle görülen kişiler, esasen iyi bir analiz olanağı yaratıyor kendiliğinden. Başkasının yollarından kendine ulaşmaya çabalayan ruh çözümlemeciler, sıkça kendi sorularını yöneltiyor muhataplarına, sanki benimki daha tekinsiz, ama sağlam bir yol. Kimsenin bilgiçlik, öğretmenlik, hekimlik yapmasına imkân vermeden yüzleşmek, hayatta olduğunu anımsamak. Sıradan ve görkemli bir çaba… Mutlaka delice!