Bir ülke düşünün: 400 milyar dolar dış borcu var, sanayileşmesini tamamlayamamış, işsizliğe çare bulamamış, etnik, mezhepsel ve kültürel fay hatları nedeniyle hayli kırılgan bir toplumsal yapıya sahip, ulusal silah sanayisi, nükleer silahı, gelişkin hava savunma sistemleri yok, petro-dolar akışından yoksun kalsa her an çökebilecek bir ekonomisi var ama Osmanlıcılık oynamak istiyor, “cihan devleti” olacağını iddia ediyor, dış politikasını birtakım emperyal fanteziler üzerine inşa ediyor.

Peki sonuç ne oluyor? Sonucun ne olduğu ortada: “Altı ayda gider” denilen Esad koltuğunda oturmaya devam ediyor, Rus uçağının düşürülmesinin ardından sınır boyunca uçak kaldırmak artık mümkün olamıyor, Rus turistlerin gelmemesi turizmi çökertmiş durumda, “stratejik müttefik” ABD, “terörist” dediğiniz ve defalarca “Ya biz ya onlar” diye ABD’ye çağrı yaptığınız YPG ile birlikte Rakka’ya yürüyor, “Suriye Demokratik Güçleri” adı altında, geçilmesinin savaş sebebi sayılacağı ilan edilen “Fırat’ın batısı”na geçerek IŞİD’e operasyon düzenliyor ve yıllardır anlatılan “Suriye’de tampon bölge” hayaline büyük bir darbe vuruluyor, mülteci kozuyla şantaj yapılan Almanya “Madem öyle, buyurun” diyerek yüz yıldır çözemediğimiz meselelerden olan Ermeni meselesini gündemine alıp soykırım yasasını meclisten geçiriveriyor.

Bunlar karşısında “cihan devleti” olma iddiasının sahipleri ne yapıyor peki? Yapabileceklerinin sınırını göstermesi açısından muazzam sembolizme sahip bir hadiseyi hatırlayalım: Almanya parlamentosunda soykırımı tanıma yasasının kabulünün ardından, İstanbul’daki Almanya Konsolosluğu önünde yapılan mehterli protestoyu!

Evet, nesnellikten ve dünyanın gerçeklerinden kopuk “cihan devleti” iddiasının vardığı yer, bir müsamereden, bir grup kostümlü, takma bıyıklı adamın yüz yıl öncesine ait marşlar söylemesinden ibaret olabiliyor ancak. Bağımlılık, asimetrik güç ilişkisi ve dünya düzeni içerisinde bulunduğunuz konum ancak buna izin verebiliyor çünkü. Daha ötesi mi? Daha ötesi ise Tokatlıların Türk asıllı Almanyalı vekil Cem Özdemir’i hemşehrilikten çıkarması, Mercedes arabaların amblemlerinin örtüyle kapatılması ya da Almanya’nın Namibya Soykırımı’nı tanımak için Meclis’e yasa tasarısı sunmak olabiliyor işte. Parodiye devam yani.

Bu parodi evreninin örneklerini çoğaltmak mümkün elbette. Hemen hatırlayalım, Rusya’yla uçak krizi yaşanırken, Ardahan’daki bir binicilik kulübünün üyeleri, “Devlet başkanının emretmesi durumunda akşam namazını Moskova’da kılmak için yola çıkacaklar”dı. Elbette ki böyle bir “emir” gelmeyecekti, elbette ki at sırtında değil Moskova’ya, sınıra kadar gitmek mümkün değildi ama olsun, cihan devleti müsameresinde, emperyal devlet parodisinde elden gelen buydu, ancak bu kadar olabiliyordu.

Bu tekil örneklerin ötesinde, bu parodi evrenini, bu cihan devleti müsameresini anlamak için bakmamız gereken asıl yer ise kanımca “fetih kutlamaları.” Fetih törenleri, bir yandan Osmanlı’yı yüceltir ve buradan bir milliyetçilik üretirken, öte yandan İslam’la özdeşleşmiş bir fetih ideolojisi, yani “cihat” üzerinden dinselleşmeye hizmet ediyor. Dahası ve belki de en önemlisi, bu törenler aracılığıyla, AKP’nin neredeyse tamamı İstanbul’a taşradan göçmüş muhafazakâr tabanı, İstanbul’u “elitlerden”, “vesayetçilerden”, “beyaz Türklerden” almış oluyor; taşralı muhafazakâr kitle şehirle ancak bu imge üzerinden bağlantı kurabiliyor.

Bu ve benzeri törenler aracılığıyla İslam’la Türklüğü, rejimin ideal toplum anlayışı doğrultusunda sentezlemek ve buradan rejimin “makbul vatandaş”ını yaratmak hedefleniyor. Dahası, kitlenin liderle özdeşleşmesi, iktidar-kitle ilişkisi, liderin kitleler nezdindeki imgesi, buradan kuruluyor. “Küçük adamın güç istenci”, hamaset üzerine inşa edilmiş bir tarihle hamaset üzerine inşa edilmiş bir bugün arasındaki köprü aracılığıyla tatmin edilmeye çalışılıyor. Hakikat evreninden, yoksulluktan, asgari ücretten, her gün sıkış tıkış binilen metrobüsten, uzayıp giden mesai saatlerinden, ödenemeyen ev kirasından bir anlığına da olsa kurtulmak ancak böyle mümkün oluyor.

Üstelik ortada bir “kazan-kazan ilişkisi” de var. Şam’da namaz kılamayacağını bilen iktidar, kitleye ancak fetih adlı müsamereyi sunabilir ve böylece kendini kurtarırken, “Haydi Şam’ı fethediyoruz” dense savaşa pek de gönüllü olmayacak kitle, cihan devleti parodisini alkışlayarak gerçek bir savaştan kurtulmuş oluyor. Yani parodi herkesi bir süreliğine de olsa kurtarıyor.

Emperyal fantezinin hakikat duvarına çarpması parodinin dozajının artışıyla şimdilik telafi edilebiliyor, kitleler ise müsamereden şimdilik memnun. Peki bu ne kadar sürdürülebilir? Çok uzak olduğumuzu sanmıyorum, zaman hızlanmış görünüyor.