Çok, çok uzun bir zaman önce, çok ama çok acayip bir ülkede, çok ama çok güzel bir çocuk yaşarmış derler.

Dediklerine göre tahmin edileceğinin aksine herkes bu çocuktan çok çekinir, göz göze bile gelmek istemezmiş. Bazılarının fikrine göre belki çok sevgisiz büyümüş, babası onu hiç sevmemiş, annesi koruyamamış, gerektiğinde gerekmediğinde dayak yemiş. Ezilmiş, büyümüş, ezmek için yaşamış o güne kadar, sonrasında hiçbir şeyle ilgilenmek istememiş.

Belki küçükken top oynamış biraz arkadaşlarıyla. Belki sporcu olmak istemiş, belki bir iyi niyeti vardı, gizlemiş. Okumuş, güçlü olmak istemiş, güçlü olmak için güçle arasını iyi tutmuş. Güzel yerlerde durmuş, güç güneşinin ışıklarından bol bol D vitamini doldurmuş kemiklerine kadar. Artık tüm benliği güç içindeymiş.

Hobisi olmamış, müzik dinlememiş, yeni müzikler tanımak istememiş, radyoda ne çalarsa dinlemiş, belki birkaç kere, belki de hiç dans etmemiş. Dans etmek adamı bozarmış, bozulmamış, dümdüz durmuş. Hiçbir şeyi merak etmemiş hayattaki. Yapraklar nasıl yeşil yeşil parlıyor, çiçekler neden belli zamanlarda açıyor, bulutlar nereye gidiyor, atmosfer neden uçup gitmiyor, diş macunu neden çizgili çıkıyor, hiç aklına gelmemiş. Her şeyi ona verdikleri gibi kabul etmiş. Kurallarını en çok söylenenler üzerine, güçlü bir şekilde kurmuş.

Hiç bir yerlere gitmek, farklı manzaralara bakmak, kendisiyle aynı dili konuşmayan insanlarla tanışmak istememiş. Hep istediğini okumuş; başka kelimelere, cümlelere, duygulara, kalplere bakmamış. Ayağını gördüğü hiçbir suya sokmamış.

Sevgisini gücüne yöneltmiş, çok çalışmış. Yükselmek için her şeyi yapmış. Hiçbir zaman bırakıp koyvermemiş. Hep kazımış, tırnaklarıyla, elleriyle, hırsıyla. Gün gelmiş birilerinin üzerine basmış, daha da yükselmiş. Artık yeri omuzlardaymış. Altındakilere şöyle bir bakmış... Hepsi karınca gibi görünmüş. Değerleri ne olabilirmiş?

Ayağını kaldırmış, mutfaktaki kırıntılara gelen ufacık kahverengi karıncaları korkutmuş. Sonra eline süpürgesini alamamış, hiç eline kadın süpürgesi değmemiş. Kalbi hiç titrememiş, hep sağlam durmuş, aksamamış, tek düze bir şekilde atmış. Hiçbir şeye sevinmemiş. Sevinecek bir şeyi olmamış ve kalmamış. Hiçbir şeyi istememiş, farklı bir meyvenin tadına bakmak, güzel bir ağacın gölgesinde denize bakmak istememiş. Zaten deniz manzaram var, denize neden bakayım demiş.

Hobisi olamamış, konsere gitmemiş, festival ne bilememiş, kendi içinde gücün ona gösterdiği yolda, doğru bildiklerini yapmış. Yasemini ağaçtan koklamamış, sokaktaki kedilere ilgi göstermemiş, kışt demiş, köpekler peşinden geldiğinde bir dönmüş, şöyle bir gözlerinin içine bakmış hepsinin, hepsi kuyruklarını sıkıştırmış, bir daha da yanına hiç gelmemiş. Maket yapmamış, resimle arası olmamış, kalemle yazı yazmak bileklerini ağrıtmış, bilgisayar kullanmak istememiş. İnternete girmemiş, orada birileriyle tanışmamış, interneti ‘yeni model telefon-televizyon gibi bi şey’ olarak görmüş, belki de. Hiç bilgisayar oynamamış, Aduket’ten tiksinmiş ama ‘Fatality’ye de saygı duymuş gizli gizli. Bisiklete binmemiş, koşmamış, yüzmemiş, dalmamış, dağlarda, yamaçlarda yürümemiş, teknenin tepesinden zaten hiçbir zaman suya atlamamış. Balıkları, suyun altını hiç merak etmemiş.

Bu zamana kadar bazı renkleri hiç görmemiş, bazı sesleri hiç duymamış, bazı yüzleri hiç görmemiş, bazı tatları hiç almamış, sevmeyi ve sevilmeyi hiç yaşayamamış. Ama kimseyi de sevmemiş. Kendini sevmiş, iyi ki de varmış.

Çocuk bir gün gelmiş kocaman bir adam olmuş. Masal bu ya, burada da birden bitmiş. Dedikleri gibi: Bir varmış, bir yokmuş.