Bir Xiaomi fabrikası uğruna: Çin ile ilişkilerin açmazları!
Ciddiyetini kaybeden dış siyaset, içeride ekonomik sıkışma ve kutuplaşmış bir toplumsal iklim bir devletin dış siyasette başına gelebilecek en zayıflatıcı unsur. Bundan daha kötüsü ise bunların konuşulmadığı baskıcı siyasal ortamdır.
17 Mart’ta AKP ve MHP oylarıyla, HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesinden iki hafta sonra Avcılar’da Çin’in teknoloji devi Xiaomi’nin bir fabrikasının dünyadaki 3’üncü Büyük yatırımı olarak hizmete açılması arasında gözden kaçırılmayacak bir ilişki var. Bu fabrikanın açılması için Pekin’in Ankara’ya Gergerlioğlu’nun vekilliğini düşürün dediğini iddia etmeyeceğiz. Nitekim Gergerlioğlu’na yönelik hukuken açıklanması son derece güç eylemin ardından HDP’nin kapatılması davasının açıldığı düşünüldüğünde konunun daha ziyade Türkiye’deki gelecek güç tasarımında HDP’nin kriminalizasyonu ve etkisizleştirilmesi ile elde edilmek istenen sonuçlarla ilgili olduğu söylenebilir. Ancak Gergerlioğlu’nun, başka hak ihlalleri yanında, asimilasyon ve baskı altındaki Uygurlar’ın durumu ile de yakından ilgilendiği ve konuyu meclise taşıdığını unutmayalım.
2020 Temmuz ayında, CHP ve İYİ Parti’nin, “Çin’in baskıcı uygulamalarına maruz kalan Uygur Türklerinin sorunlarının araştırılmasına” ilişkin teklifi Cumhur İttifakı oylarıyla reddedildiği bileşimde söz alan HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu "Uygur Türklerinin de hakkını savunan bir partiyiz ve iktidarın Uygur Türklerini sattığını düşünüyoruz. AK Parti ve MHP'siyle, 50 milyar dolar için bu satışın gerçekleştiğini net bir şeklide söylüyorum" ifadelerini kullanmıştı.
Gergerlioğlu başka vesilelerle de Uygurların yaşadığı mağduriyetleri gündeme taşımış, Hükümet’in Çin’den gelmesini umduğu finansal destek paketleri karşılığında bu insanlık dramına kayıtsız kalmayı tercih ettiğini ifade edip durmuştu. Sonuçta Çin’den beklenen finansal destek ve yatırım paketlerinin ağzının kısmen açıldığını ve Gergerlioğlu’nun da Meclis’ten atıldığını kısa süre önce görmüş olduk. Burada bir kosnpirasyon zinciri aramaya gerek yok. Vekilliğin düşürülmesi başka şeylerle ilgili olduğu kadar Çin ile tutturulmaya çalışılan yeni yaklaşımın da bir sonucu sadece.
İçerideki milliyetçi-İslamcı retoriğe karşın Çin’le ilişkilerde Uygurların temel haklarını dahi telaffuz etmekten kaçınan Ankara’nın Xiaomi fabrikasını açtırmayı başarması günün sonunda başka sorunları tetikleyecek özellikler barındırıyor. Bunlardan en önemlisi Ankara’nın hala esas partneri olan Batı’lı müttefikleri ile, özellikle Biden döneminde, makası açacak olması geliyor. Zira Biden yönetimi ile henüz nasıl bir dil tutturacağı belli olmayan AKP-MHP koalisyonun hareket alanını genişlettiğini zannederken daha da zor bir denkleme doğru kendini ittiğini görmemek mümkün değil. Biden gelir gelmez Rusya’ya Navalny yaptırımı, Çin’e de “Uygurlara Soykırım” protestosu ile kartlarını açtı. Bugüne kadar Çin sermayesini çekmek için ABD’yi pek dinlemeyen Avrupalı ülkelerin bile Washington’a paralel açıklamalar yapmak durumunda kaldığı bir momentte Ankara’nın Batı’yla pazarlık için Doğu’dan destek alma” siyaseti izlemesi yine süreci okumakta zorlandığı yorumlarına neden oluyor. Yani İngiltere Çin’den 40 milyar dolar yatırım almışken bizim de beş on milyar almamızda ne tür bir mahsur olabilir diye düşündüğünü görüyoruz. Ama geç okuma tam da burada karşımıza çıkıyor: İngiltere, Almanya ve birçok Avrupa ülkesi Biden’ın yeni politika dizaynında en Washington’un tepkisine maruz kalmamak için gereken açıklamaları ardı ardına atıyor.
ABD ve Avrupa ülkeleri ile sorun yaşanan dönemlerde Rusya ile yakınlaşma formülü Osmanlı’nın son yüzyılı ve tüm Cumhuriyet dönemi boyunca pek çok kez başvurulmuş klasik bir “dengeleme ile pazarlık gücünü artırma” siyasetidir. Kavalalı Mehmet Ali Paşa olayında, Kırım Harbi’nde, 93 Harbinde 1925 Musul müzakerelerinde, 1964 Kıbrıs olaylarında ve son olarak Suriye iç savaşı sürecinde bu tür denge taktikleri kullanıldı ve evet belli sonuçlar da alındı. Ancak bu yaklaşımın her durumda sonuç vereceği ve ilanihaye kullanılabileceği anlamına gelmiyor. Nitekim bu ezberin son dönemde fazlaca kullanıldığını ve bunun Türkiye’nin kazanım umudu taşıdığı pek çok cephede (Suriye, Libya, Doğu Akdeniz vb) kazanımdan çok maliyetler ürettiği görülüyor.
HAMASETİN EKONOMİ POLİTİK SINIRLARI
Şu son gelişmeleri de dahil ederek son 10-15 yılda AKP’nin izlediği dış siyasetin stratejik dengeleme adımlarından ziyade iyi planlanmamış refleksler olarak şekillendiği görülüyor. Bunun en büyük deneyi Filistin-İsrail denkleminde görüldü. Mavi Marmara gönderildi, “One Minute!” dendi ama sonunda dönüp dolaşılıp İsrail ile son derece uyumlu bir noktaya gelindi. Libya’daki iç cepheleşmede ve Doğu Akdeniz’in parsellenmesi tartışmasında da günü yapayalnız bir aktör olarak tamamladık. “Gel otur konuşalım” denilen Mısır’ın bu geç “barış” teklifine en az 10 önkoşul sayarak yanıt verdiği daha doğrusu vermediğini ekleyelim listeye.
İçeride hukuk reformu, dış politikada AB sürecine bağlılık söylemleri açıklama yapan tarafın resmi yayın organlarınca dahi işlenmiyor. İnsan azıcık muhalifleri kandırmaya çalışır değil mi? Şöyle hukuk reformu olacak, böyle sorun çözeceğiz, dış siyasette Fransa ile Mısır ile şöyle görüşmeler yapacağız diye yalandan da olsa yazı görmek istiyor insan… Ama nerede…
İçeride olduğu gibi dışarıda da siyaset refleksif nitelikte, günü kurtaracak dar perspektiflere odaklanıyor. Bu, ülkenin ciddiyetini zedeledikçe o çok güvenilen denge siyasetinde de karşı tarafın sizi güvenilmez partner olarak yaftalamasına ve ciddiye almamasına neden oluyor. Hükümet’in Uygur ailelerin kayıp aile mensuplarının akıbetini sordukları basın açıklamalarına bile polisle müdahale etmesine rağmen Pekin’in Ankara’ya beklediği desteği gıdım gıdım vermesi tam da bu nedenle gerçekleşiyor.
Ciddiyetini kaybeden dış siyaset, içeride ekonomik sıkışma ve kutuplaşmış bir toplumsal iklim bir devletin dış siyasette başına gelebilecek en önemli zayıflatıcı unsurlardır. Bundan daha kötüsü ise bunların konuşulmasına bile olanak tanımayan baskıcı siyasal ortamdır.
Türkiye halkları ne Filistinlileri ne de Uygurları yalnız bırakmak istemez. Hem de kahir ekseriyetle. Ama ülkemiz adına siyaset ürettiklerini zannedenler sözde reel siyaset adına bu iki halkın da haklarına gözlerini çoktan yummuş durumdalar. Bir de bunları “devlet aklı” diye yememizi bekliyorlar. Burada ne insan kalbi, ne devlet aklı ne de iki ay sonra sonuçları konuşulabilecek bir strateji mevcuttur. Olan tek şey, tek kişinin iktidarını kurtaracak günübirlik reflekslerden ibarettir.