Yazık; gerçekten yazık!

Yazık; gerçekten yazık!
Pazartesi gününden buyana İstanbul’da bir konferans var; En Az gelişmiş Ülkeler Konferansı. Çok sistematik bir inceleme olmasa da, bu konuda medyayı izlemeye çalışıyorum. Konferans vesilesi ile az gelişmişlik konusuna, en az gelişmiş ülkelerin konumuna, bunun nedenlerine ilişkin haberler, tartışmalara rastlar mıyım diye… Gördüğüm kadarıyla medyada bizim siyasetçi ve iş dünyamızın konuşmalarından öte bir şey yok!
Konu moda değil; ya da ortada starlar yok. 1 milyarlar insanın açlığı, 50 ülkenin bu dünyanın nimetlerini yaşamaktan çoook uzak bulunmalarıyla kim ilgilenir; değil mi?
Hele seçim yakın ve ortada “kasetler” gibi çok manyetik konular varsa… İnsanları bunlarla oyalamak mümkün ve daha işe yarıyorsa, fincancı katırlarını ürkütmek niye!
Ya konuşanlar ve konuşulanlar. Tabii, adı üstünde; en az gelişmiş ülkeler konferansı. O nedenle yoksulluk ve eşitsizlikten söz etmek boyun borcu. Başbakan’ın dediği gibi “kimse masum değil” dersin ve de alkışlanırsın. İyi de, yönetim konumunda olanlar için bunu söylemekle sorumluluktan, ya da hani korktuklarını sandığım “günahtan” kurtulmak mümkün mü?
1 milyar insanın açlığı, 2,5 milyar insanın yoksulluğunun, 1850’lerden buyana dünya nimetlerini belirli yerlerde ve ellerde toplayan kapitalizm gibi çok temel bir nedeni var.  ½imdi, kapitalizm her ülke, her din, her mezheple buluştu diye, insanı homo-ecomicus yaparak kendine müttefik yapmanın her yolunu kullanıyor diye, kendisini de “görünmez ve konuşulmaz” mı yapacağız? Yok öyle şey!
Yoksullara yardım masalını da bir yana bırakın. Bilmiyor musunuz ki, uluslararası yardımlar gelişmiş ülkelerin GSMH’ları içinde % 04-05’leri ancak bulmakta. BM, bunu en azından binde 7 olması yolunda bir karar alınmasını sağladı; ama uygulamada buna bile gelinebilmiş değil.
Sonra da Davutoğlu’nun “En Az Gelişmiş Ülkeler” tanımlamasını beğenmediğini öğreniyoruz. Neymiş efendim; o ülkeleri incitiyormuş! Her yanımız “incelikten“ kırılıyor! Yahu, tanımlamayı bırakın da, bu ülkeleri “en az gelişmiş ülke” tanımlamasından nasıl çıkaracağınızı konuşun diyen de çıkmıyor. Yazık, çok YAZIK
Kötü: İleri Demokrasi mi, Hukuk Devleti ve Demokrasiye “Elveda” mı?
Bu ülkede ileri demokrasi bekleniyordu; aydın olmayı “bağımsızlık, muhalif duruş ve eleştirellikle” özdeşleştiren birçok ünlü entelektüelimiz de (!) bunu söylüyordu. Askeri vesayet ve yüksek yargının vesayetinden kurtuluyorduk; AB adaylığını benimsemiş onun demokratik standartlarına yöneliyorduk; anayasa ve yasalarda yapılan değişiklikler bunun içindi; artık devlet vesayeti değil toplumun seçimi ve sesi öne çıkacaktı; 12 Eylülle hesaplaşıp yapılan haksızlıkların, işlenen suçların hesabı sorulacaktı ve daha neler neler! Bir de yaşadıklarımıza bakın.
Tamam, bu ülkede hukuk devleti ve demokrasi konusunda hep kuşkular olmuştur; ancak son aylarda yaşananlardan sonra hukuk ve demokrasinin gerçekten elimizden kayıp gittiğinden korkmaya sıra geldi. Bir zamanlar her yerde “devletin ve milletin” bütünlüğü için tehlikeler bulunur, insanlara kan kusturulurdu, şimdi de her yerde iktidar ve “cemaat” için tehlikeli (!) olacak bir şeyler bulmak mümkün hale geldi.
Yılan hikâyesine döndürülen davaları, yıllar süren tutuklulukları, gazetecilerin gözaltına alınması ve yıllarca hapis yatmasını yaşıyoruz. Yalnız suçlanan kişinin soruşturulmasına değil, onunla ilişkili hemen herkes bulaştırılan bir soruşturmalar zincirine tanık oluyoruz.  Yalnız evlerin, ofislerin değil belediyelerin basılmasını izliyoruz. Sanatçılara gözdağı verildiğini görüyor, masum insanların yollarda durdurulup hiçbir şey söylemeden, bir açıklama yapmadan üst-başlarının ve arabalarının didik didik arandığını öğreniyoruz. Binlerce kişinin telefonlarının dinlendiğini biliyoruz.
Yargıçların atamasında usule uyulmadığı, üniversite rektörlerinin atamasında seçime ve demokrasiye aldırılmadığını görüyor, sonra da yargı bağımsızlığı ile üniversite özerkliğini dinliyoruz. Siyasal hayatların sona erdirilmesi için evlilik dışı ilişkiler kullanılıyor, ama çok eşliliğe ses çıkarılmadığını biliyoruz. 
Bunlar arasında, Başbakan “ucube” buldu diye bir heykelin yıkımı, ya da sınav mağduru olan öğrencilerin başının yanması, itiraz ederse para ödemesi, buna karşın sınav skandallarının ve arkasındaki kişilerin yerinde kalması gibi “tuhaf” şeyler de yaşamaktayız. Hep hukuk ve adalet, demokrasi ve özgürlük adına!  Artık ne demeye geliyorlarsa!
Tabii, dikkati dağıtacak malzemeler de eksik değil. Entelektüel için, “yeni anayasa ile başkanlık sistemi” gibi konuş, konuş bitmeyecek konular var. Müteahhit ve rant memleketinde, kanal projesi ile iki yeni şehir gibi “müjdelerin” nelere kadir olduğu iyi bilinmekte.  Vatandaşım için de, aile yardımları, evde bakım hizmeti, yeni atama gibi bir şeyler var torbada. Kötü, gerçekten KÖTÜ
Ve Umut: Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku: Bağımsızlar Meclis(i)e
Umutsuzlukları bol dünyada umut bitmez. Bugünkü umut da,  Parlamento seçimleri için bir araya gelen “Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku”.
Bu Blok, hem Kürtler, Aleviler gibi dinsel, etnik ve cinsiyet açısından farklı kimliklerin tanınmasını isteyenler hem emek gibi vahşi piyasa ekonomisinden mağdur olanların bir araya gelmesiyle oluştu. Tüm bu kesimlerin sesi olmak üzere “Bağımsızlar Meclise” diyorlar.
11 Mayıs’ta “Bağımsızlar Meclise” diyenlerin basın toplantısı vardı İstanbul’da. Blok’un adaylarıyla buluşuldu; adaylar konuştular, bu girişime gönülden destek veren bir dolu insan da girişimden duyduğu heyecanı ve umudu dile getirdi. Benim için de heyecan ve umut kıpırtıları uyandıran bir toplantı oldu.
Ahmet Türk’ün her zamanki soğukkanlı ve sağduyulu tavrı, Sırrı Süreyya Önder’in “ben de bu Blok’un destekçisiyim “ diyen neşesi,   Ertuğrul Kürkçü’nün, “tüm sosyalist blok burada olmalıydı” yönündeki beklentisi, Sabahat Tuncer’in “Bağımsızlar Meclise derken, Meclis’i Türkiye’nin Meclis haline getirme” yolundaki tanımlaması gibi aklımda kalan birçok güzel iz var.
Aslında demokrasi isteyen herkesin düşünmesi gereken bir seçim var karşımızda. Meclis’te güçlü bir “Bağımsızlar Meclisi” oluşabilirse, eğer, ancak o zaman Kürt sorunun çözümü kadar, daha özgürlükçü bir anayasa, daha demokratik bir Meclis, daha toplumla buluşmuş ve ona kulak veren bir siyaset isteyenler için umutlanmak mümkün. Kısacası, Kürt meselesinin Meclis’te ve siyasette temsili başlı başına önemli iken, bu Blok Kürtlerle Türkiye’nin öteki sorunlarını ve mağdur kesimlerini buluşturmaya ve Meclis’e taşımaya aday. Bu nedenle bir umut, evet UMUT.