İki binli yılların başlarında Güney Amerika’da esmeye başlayan sol rüzgârın başat ülkelerindendi Brezilya. Venezuela’dan Ekvator, Bolivya, Şili, Arjantin, Paraguay, Uruguay, Nikaragua, Peru ve El Salvador’a uzanan “solcu iktidarlar kuşağı” yeni bir umut dalgası yaratmıştı. Latin Amerika’nın en büyük ekonomisine, coğrafyasına ve nüfusuna sahip ülkesi Brezilya, Lula da Silva’lı İşçi Partisi iktidarıyla birlikte ayağa kalkmış, küresel güç olma hedefi taşıyan bir Latin Amerika ülkesine dönüşmüştü.

Brezilya muazzam kalkınma hamlesinin de etkisiyle küresel siyaset sahnesinde de roller kapma arayışına girdi. Lula, pek çok açıdan güçlü ve istikrarlı bir ülke yaratarak bölgesel güç Brezilya’yı küresel bir aktörlüğe taşıdı. İran nükleer krizi için arabuluculuğa soyunacak kadar insiyatif almaya başladı. Lula, İran’ın nükleer enerjiyi barışçıl amaçlarla kullanma konusunda diğer ülkelerle aynı haklara sahip olduğunu söylerken, İran’ın nükleer programına da destek verdi.

‘Brezilya kalkışa geçti!’

ABD’nin bugüne kadar Güney Amerika’ya yönelik ortaya koyduğu en büyük projesi olan Amerika Serbest Ticaret Bölgesi’ne karşı çıkan ülkelerin başında yer aldı. Güney Amerika Savunma Konseyi sayesinde, bölge devletlerini Avrupa Birliği benzeri bir yapı altında birleştirmeye çalışan Brezilya, bu vasıtayla bölgedeki ekonomik, sosyal, güvenlik meselelerine en uygun ve hızlı bir şekilde cevap verileceğini gösterdi.

Petrobras aracılığıyla Exxon ve Chevron’un Brezilya’daki faaliyetleri sınırlandırıldı, başta Venezuela olmak üzere diğer sol iktidarlarla dayanışmaya öncelik verildi, neo liberal dönüşüm politikalarına set vuruldu.

Brezilya’nın bölge ülkeleri ile derinleşen ilişkileri, yükselen yeni aktörlerle temasları, Irak Savaşı ve Küba ambargosuna duyduğu tepki ve Kolombiya’daki krize el uzatması, Amerikan askeri varlığına yönelik tutumu ABD nezdinde endişe yarattı.

The Economist dergisi Kasım 2009’da ki ‘Brezilya Kalkışa Geçti!’ başlıklı kapağında son derece sembolik bir şekilde Rio’ya tepeden bakan 40 metrelik meşhur İsa heykelinin uçuşa geçtiğini gösteren bir kapakla çıkıyordu.

ABD hegemonyasına meydan okuma

Bu süreçte Brezilya, Çin’in Güney Amerika’ya açılan kapısı oldu. Çin, ABD’yi geçerek Brezilya’nın en büyük ticaret ortağına dönüştü. Çin ile yakın ilişkiler kuruldu, BRICS oluşumuna imza atıldı, Güney Amerika Milletleri Birliği-Unasur ve Güney Amerika Ortak Pazarı-Mecrosur’un liderliği üstlenildi. Çin, Rusya, Hindistan ve Güney Afrika ile stratejik ilişkiler kuruldu, aynı zamanda uranyum zenginleştirme faaliyetleri sürdürüldü. 1967 öncesi sınırları bağlamında bir Filistin Devleti’ni resmi olarak tanıdığını beyan etti. Ramallah’ta daimi bir diplomatik temsilcilik de açtı.

Brezilya gelişmekte olan ülkelerle, üçüncü dünya ülkeleriyle ve Güney ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmek için yoğun bir çaba sarf etti. Hindistan ve Güney Afrika ülkelerinin oluşturduğu IBSA Diyalog Formu kurdu. Brezilya, IBSA sayesinde Asya ve Afrika kıtalarındaki bu ülkelerle işbirliği yapmış ve sistemdeki etkisini arttırmaya başladı. Amaç Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika arasında serbest ticaret alanı yaratmaktı. Brezilya bu sayede zengin doğal kaynaklara ulaşma avantajını yakaladı. 2006’da Lula önderliğinde 32 Afrika ve 12 G. Amerika ülkesi tarafından imzalanan Abuja Beyannamesi Güney-Güney ilişkisi adına oldukça önemli bir girişim oldu.

Bir Amerikan planı: İçe çökertme

Bu “kalkışma” haliyle dünya jandarmalığına soyunan ABD’nin dikkatlerinden kaçmadı. Güney Amerika’yı yeniden sömürgeleştirmek için harekete geçen ABD, Brezilya’yı ve de Venezuela’yı hedef aldı. Her iki ülke de gerek petrol rezervleri, gerekse de ekonomik ve coğrafik büyüklükleri nedeniyle kıtayı domine edecek güçteydiler. ABD, petrol ve doğalgaz zengini bu iki ülkenin varlığını bölgesel politikaları için tehdit olarak algıladı.

ABD, iki ülkenin direncinin kırılmasıyla Güney Amerika’daki dalganın tersine çevrileceğini varsayıyordu. Venezuela gibi Brezilya’yı da iç çalkantılarla içe çökertmek isteyen ABD, kaos stratejisini devreye soktu.

Sağcı muhalefet üzerinden gerçekleştirilen “parlamento darbesi”yle iktidara kendisine yakın isimleri getiren ABD, bu ülkedeki muhalefeti kullanarak iç karışıklığa yol açtı, ülkeyi “içe doğru çökertti.” Benzer strateji Venezuela’da da hayata geçirildi.

ABD’nin bütün adamları

Gerek parlamento darbesi gerekse de sağ muhalefetin sokaklara salınmasıyla yıllardır istikrarsızlığa sürüklenen ülkede eski Başkan Dilma Rousseff’i deviren, yerine sağcı Temer’i getiren ABD destekli Brezilya oligarşisi, Pazar günkü seçimin mutlak favorisi Lula’yı da seçime sokturmadığı gibi üstüne de hapsettirdi.

Bu iklimde gidilen başkanlık seçiminde Brezilya’nın Trump’ı olarak adlandırılan multimilyarder işadamı Jair Bolsonaro birinci geldi. Bolsonaro’nun 28 Ekim’deki ikinci turda seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Bu seçimle birlikte ABD destekli Brezilya oligarşisi ve çıkar çevreleri de istediğini almış olacaklar. Eski yüzbaşı Bolsonaro’nun seçim sonrasındaki “Brezilya halkının sosyalizm ile aralarına mesafe koymak istediklerinden eminiz” sözleri aslında Brezilya’daki çatışmayı özetler nitelikte.