Geçen yazımızda bölümlerini tek tek özetlediğimiz Bağımsız Sosyal Bilimciler’in (BSB) “2008 Kavşağında Türkiye” çalışmasında Türkiye’nin IMF ile 1998’de imzaladığı Yakın...

Geçen yazımızda bölümlerini tek tek özetlediğimiz Bağımsız Sosyal Bilimciler’in (BSB) “2008 Kavşağında Türkiye” çalışmasında Türkiye’nin IMF ile 1998’de imzaladığı Yakın İzleme Anlaşması ile başlayan on uzun yıllık serüveninin (1998-2007 dönemi) kapsamlı bir değerlendirmesi yapılıyor.

Yapılan tespite göre, dönemin en çarpıcı özelliği bu dönemde devletin ekonomiden elinin çekilmeye çalışılması ve sermayenin sınırsız tahakkümünün kurulmasıdır. Bu amaçlara dönük iktisat politikaları hükümetler değişmesine rağmen kalıcı olmaya devam etmiştir. Zaten o nedenledir ki, aynı dönemin değerlendirildiği bir başka BSB çalışmasında, dönemi tanımlayan özellik çalışma başlığına taşınmıştır (Hatırlanacaktır, bir başka yazımıza da konu olan söz konusu çalışma “IMF Gözetiminde On Uzun Yıl, 1998-2008: Farklı Hükümetler, Tek Siyaset” başlığını taşıyordu).

Bu tespit son derece yerindedir. Gerçekten de Türkiye ekonomisi bu dönemde uluslararası sermaye çevrelerinin de tam desteğiyle devreye sokulan IMF-Dünya Bankası (DB) patentli bir programın cenderesine sokulmuş ve hükümetler değişmesine rağmen bu program kesintisiz bir şekilde sürdürülmüştür.

Çalışmada “farklı hükümetler, tek siyaset” saptanmasının ana dayanakları makro-ekonomik politikalar, dış bağlantılar, kamu maliyesi, tarım, sanayi, enerji sektörleri, eğitim, sağlık, kamu yönetimi ve yasal düzenlemeler çerçeveleri içinde tek tek sergileniyor ve mercek altına alınıyor. Böylece, süregelen tek siyasetin AKP iktidar dönemi de dahil ortak çizgileri çok çarpıcı ve zengin bir şekilde ortaya konuyor. Bu bağlamda, AKP iktidarında süregelen ortak çizgiyle uyumlu uygulamalara (Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir hukuk devleti olma özelliğinin büyük ölçüde erozyona uğratılmasına neden olan uygulamalara) ve uyumsuz (ortak çizgiyle örtüşmeyen ve AKP iktidarının kimi özelliklerinden kaynaklanan) uygulamalarına (rejimin laik niteliğinin giderek tartışılan bir konu haline gelmesi) ışık tutuluyor ve dikkat çekiliyor.

Çalışmada ayrıca, dünya ekonomisinin son on yıllık çevriminin Türkiye için hemen hemen eşanlamlı olarak söz konusu olduğu ayrıntılı istatistiki veriler ve çözümlemeyle belirleniyor. Bunun doğal bir sonucu olarak, çevrimin bitim noktası olarak görülen 2007-2008 dönemeci hem dünya ekonomisi hem de Türkiye ekonomisi için bir “kavşak” olarak değerlendiriliyor. Dünya ekonomisinin istikrarsızlığa sürüklenmekte olduğu bu 2008 kavşağında Türkiye “en kırılgan” çevre ekonomilerinden biri olarak saptanıyor.

Bu saptama, hükümet ve ona yakın sermaye çevrelerinde seslendirilen ve savunulan ayrışma (decoupling) savının ne kadar geçersiz olduğunu ve maddi bir temelden yoksun olduğunu çok açık bir şekilde gösteriyor. Çünkü, böylesi kırılgan yapıya sahip bir ekonomide, “dünya krizi bizi etkilemez, bize vız gelir” şeklinde seslendirilen ayrışma savının bilimsel kanıtlardan yoksun inanç yüklü ifadelerinin var olan gerçeklikle bağdaşması mümkün gözükmüyor.

Çalışmanın en önemli saptaması, 2008 kavşağının sadece bir çevrimin bitim noktası değil, neo-liberalizmin yaftası altında otuz yıla yakın bir süre boyunca pazarlanan reçetelerin iflas ettiğine ilişkin bir kabulün yaygınlaştığı bir dönemeç olarak da önem taşıyor olmasıdır.

Biz de bu önemli saptamaya katılıyoruz. Umarız, bu süreçte toplumsal muhalefet cephesinden yükselen eleştiriler neo-liberalizmle sınırlı kalmayarak kapitalizm ve emperyalizmin özüne yönelir. Aksi halde muhalefetin emekçilerle buluşması ve güçlenmesi bir başka bahara kalacaktır.