“Newroz yaklaşırken devlet Abdullah Öcalan’dan yeni bir çağrı yapmasını ister ve müzakere masasına tekrar oturulur mu?”

Bir süre öncesine kadar anlamlı bulunan ve aslında bir temenni olarak dile getirilen bu soru, giderek anlamını yitiriyor gibi görünüyor; çünkü artık neredeyse hiç kimse yakın vadede çatışmaların sona ereceğini ve tekrar masaya oturulacağını düşünmüyor. Bırakın masaya oturmayı, baharla birlikte çok daha kanlı çatışmaların kapıda olduğunu, savaşın daha da derinleşeceğini tahmin edebiliyoruz.

Hatip Dicle geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan röportajında tam da buna işaret ediyor ve “Karlar erimeden, yani Nisan sonuna kadar bu savaşa dur diyemezsek çok daha fazla alanı kapsayan, hatta metropolleri de içine alan bir şiddet dalgasıyla karşı karşıya kalabiliriz” diyordu.

İktidar kanadından yapılan açıklamalar da “baharla birlikte asıl savaşın başlayacağı” yönünde. Buna göre kentlerdeki çatışmalar bir an önce sona erdirilmeli ki, “kırdaki temizlik” daha rahat yapılabilsin. Zaten bakıldığı zaman, askerin hazırlıklarını bu doğrultuda yapmakta olduğu, hatta kimi “önleyici operasyonlara” başlandığı ve aynı şekilde PKK’nin de kapsamlı bir savaşa hazırlandığı görülebiliyor.

Üstelik mesele bu sefer sadece PKK değil, PYD de artık denklemde. Rusya’nın Suriye’de savaşa dâhil olmasının ardından hem Suriye ordusu hem de zaten daha önceden ABD desteğini de arkasına almış olan YPG, ilerlemeye ve mevzi kazanmaya devam ediyor. Ordu “yeni-Osmanlı’nın Suriye’deki kalesi” diyebileceğimiz Halep’e ve YPG ise “kırmızıçizgi” olduğu defalarca deklare edilen Azez’e dayanmış durumda.

Günlerdir ABD’ye kafa tutuyormuş gibi yapılıp verilen YPG’ye dair, “Onu alma beni al” mesajının gerisinde de bu var. Halep düştüğünde yeni-Osmanlı’nın Emevi Cami rüyası kesin bir şekilde sonlanmış olacak. “Fırat’ın batısı”ndaki ilerleyiş ise Rojava kantonlarının birleşmesi ve birleşik bir Kürt coğrafyasının ortaya çıkması anlamına gelecek. Bu yüzden, daha önce de yazdığımız üzere, yeni-Osmanlı’nın can havliyle Suriye’de yeni hamleler yapma ve birtakım çılgınlıklara girme ihtimali hiç olmadığı kadar yükselmiş durumda.

Bunun en büyük işaretlerinden biri, Suudi Arabistan’ın Suriye’ye IŞİD’le savaşma adı altında kara birlikleri göndereceği açıklamasını yapması ve bu açıklamaya en büyük desteğin Türkiye’den gelmesi. Üstelik gelişmeler, meselenin sadece bir blöften ibaret olmadığını gösteriyor. 20 adet Suud savaş uçağı “IŞİD’le savaş koalisyonu”nun bir parçası olarak İncirlik’e inmiş durumda. Kara birliklerinin gelip gelmeyeceği henüz kesinleşmemişse de, Suud rejiminin bunda kararlı olduğu ve yakın zamanda Suud askerlerinin Türkiye’ye geleceği görülebiliyor.

Günlerdir Rusya ve Suriye’den yapılan açıklamalar da, bu iki ülkenin Suud ve yeni-Osmanlı’nın planlarını dikkatle takip ettiklerine ve ciddiye aldıklarına işaret ediyor. Suriye’deki son Rus hamlesinin gerisinde de bu var. Rusya’nın Suriye’yi Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’ne (KGAÖ) üye olmaya davet edeceği söyleniyor. Bu üyelik gerçekleşirse, Suriye’ye yapılmış bir saldırı örgütün tüm üyelerine yapılmış sayılacak ve birlikte karşılık verilecek.

Peki tüm bu gelişmeler yaşanırken asker olan bitene nasıl bakıyor? Suriye’de bir maceraya girer mi, yoksa iddia edildiği üzere yapılacak bir çılgınlığı önleyecek tek kurum şu an ordu mu?

Askerin yeni-Osmanlı rüyası adına yapılacak bir çılgınlığa mesafeli duracağı söylenebilir ama unutulmaması gerekiyor ki, Suriye meselesi artık basitçe bir emperyal fantezi meselesi değil. Rojava’nın ortaya çıkışından beri Suriye, Kürt meselesinin bir boyutunu, hatta şu an en önemli boyutunu oluşturuyor. Devlet aklı Rojava’da bir “PKK devleti” kurulduğunu ve bunun Türkiye için bir tehdit olduğunu düşünüyor; Kürt sorununa bakışını da, Suriye politikasını da esas olarak Rojava belirliyor. Özellikle Tel Abyad’ın YPG tarafından alındığı geçen yazdan beri, askerle iktidar arasında giderek uyumlulaşan bir Kürt politikasının olduğu görülebiliyor, asker açık bir şekilde Rojava’daki gelişmeleri PKK’yle mücadelenin bir parçası olarak değerlendiriyor ve planlarını ona göre yapıyor.

İşte tam da bu nedenle, “Asker bir çılgınlığa izin vermez, emperyal fantezilerin aracı olmaz” tarzı analizler gerçeğin ancak bir kısmına tekabül ediyor ve bütününü yansıtmıyor. Çünkü “anti-Kürt jeopolitik akıl” etrafında örülen bakış açısının devrede olması, içeride ve dışarıda savaşı her zamankinden daha güçlü bir seçenek haline getiriyor. Yanılmayı umarak söyleyelim ki, bu gidişle bahar kanla gelecek ve savaş sadece ülkenin doğusuyla sınırlı kalmayacak, kahvehane saldırılarının da sinyallerini verdiği üzere, bunun batıda da ciddi yansımaları olacak.