Bir avuç başı dik gazetecinin enseyi karartmayıp, vicdanlarının sesini dinleyerek Sabah-ATV’de çıktıkları grev, sendikalaşm...

Bir avuç başı dik gazetecinin enseyi karartmayıp, vicdanlarının sesini dinleyerek Sabah-ATV’de çıktıkları grev, sendikalaşma sırasında yaşadıkları zulüm ve grev sırasında yasadışı biçimde işten atılmaları beni 22 yıl öncesine götürdü. Tozlu bir derginin kapağını kaldırdım, sayfalarını çevirdim ve bir grev yazısı okudum, sanki dün yazılmış gibi:
“Grev, işçi sınıfının üretimden doğan gücünü en doğal biçimde kullanmasıdır. Grev, işçilerin bir amaç için topluca işi bırakmaları ve isteklerini elde edinceye kadar çalışmamalarıdır.”
“Ülkemizde olsun, dünyada olsun grev hakkı hiçbir zaman ezen, egemen güçler tarafından işçi sınıfına bir nimet, bir lütuf olarak sunulmamıştır.”
“Grev, onu yapanlar tarafından, kendilerinin böyle bir hakka sahip olmadıkları tartışmasının dışında başlamıştır.”
“Kısaca, GREV, İŞÇİLER TARAFINDAN BİZZAT UYGULANARAK YASAL KILINMIŞTIR.”
“Egemen güçler ise, grevi bir hak olarak KABUL ETMEK ZORUNDA KALMIŞLARDIR.”
“Bugün ülkemizde baskı ve zorla grev hakkı göstermelik hale getirilmek isteniyor. İşçi sınıfına ‘Benim istediğim kadar grev hakkın var’ deniyor.”
“Gerçek öyle değildir ve bunun cevabı tarihte grev hakkının nasıl alındığında vardır. O halde grevin sınırlarını, nasıl yapılacağını ve bitirileceğini yine işçi sınıfı belirleyecektir. Ama bugün, ama yarın.”
Yukarıdaki satırlar 22 yıl önce İstanbul’da yayınlanan ve yazının içinde kapağını gördüğünüz “İşçinin Alınteri” dergisinden. Yazının başlığı usta şair Refik Durbaş’ın “usta” şiirinden: “Bugün grevdesin, korkuya aldanma.”.
Sol üst köşesinde kırmızı bir karanfil yer alan “İşçinin Alınteri”, 12 Eylül sonrasının ilk işçi dergisiydi. Uzun bir suskunluk ve gerilemeden sonra art arda patlayan ve 12 Eylül karanlığını yırtan ve yasak çemberini kıran grevler, bahar eylemleri Alınteri’nin “yığınsal grevlere doğru” öngörüsünü doğrulamıştı.
İşçinin Alınteri sayfalarında gezinirken  çok şeyin de değişmediğini fark ettim. Ne çok şey o günden bugüne aynı kalmış: Sendikalaştığı için işten atılan işçiler, grevleri engelleyen hükümetler, grevleri kırmak için envai çeşit oyunlar oynayan patronlar ve vekilleri, iş cinayetleri, çocuk işçiler, gözaltına alınan sendika temsilcileri, işten atılan gazeteciler... “Değişim, değişim” diyenlere inat ne çok şey değişmemiş.
Ancak derginin künyesine bakınca köprülerin altından ne çok suların aktığını görüyor insan:
Dün yukarıdaki yazıları yazan, yayınlayan gazeteci-sorumlu yazı işleri müdürü, bugün gazetecileri işten atma sorumlusu;
Dün sendikalar çoğalsın diye didinen, bugün sendikasızlaştırma müptelası;
Dün iş hukukçusu, bugün patron için hukuku kitabına uydurma ustası;
Dün şiarı alınteri, bugün piyasa;
Dün müşfik, bugün mağrur.
Ağaç ne demişti baltaya? “Sen beni kesemezdin ama neyleyim sapın benden.”
Bugün bir avuç gazeteci o kapının önünde grevde, başları dik; çoğalacaklar ‘korkuya aldanmadan’, ama bugün, ama yarın...