Bazı köşe yazılarında bir tarz haline geldi “sataşma” yazıları. Çeşitli maskelerle dolaşılan bu dünyada birilerinin maskelerini indirmeye

Bazı köşe yazılarında bir tarz haline geldi “sataşma” yazıları. Çeşitli maskelerle dolaşılan bu dünyada birilerinin maskelerini indirmeye yönelik sataşmaların, “kişisel” dokundurmaların ilgi çektiği de açık. Bu yazılar  polemik üzerinden şöhret arayışı gibi gelir bana; pek sevmem.
Kuşkusuz bazı düşünce ve söylemlere ilişkin farklı görüşlerimiz var ve yazılarımızda bunlara değinme, eleştirme gereği de duyuyoruz. BirGün’de yazmaya başlayınca benim de bir konuyu ele alırken, medyada dikkatimi çeken bazı görüşlere dokunduğum, yanıt olacak bir şeyler yazma gereği duyduğum oluyor. Ancak isimlerin değil düşüncelerin önemli olduğundan hareketle, bu “değinmeleri” isim vermeden yapmaya çalışıyorum.
Ancak bugün bu ilkesel duruşun dışına çıkacağım. Mecburum. Hem düşünceler, hem sahibi önemli ve konuyu gündeme getirme nedenim bunların birlikteliği. Üstelik tavrı ve söyleyecekleri konusunda oldukça iddialı bir akademisyen olarak, ne isim vermemden ne de benim söyleyeceklerimden alınacağını  sanıyorum.
Konu, Nilüfer Göle’nin kerndisiyle yapılan bir söyleşide dile getirdiği “burka” üzerine “çeşitlemeleri”.
Medyada buna ilişkin pek bir şey yazılmadı; tabii kaçırmış da olabilirim. Üzerinden epeyce zaman da geçti; ama bu söyleşi üzerine konuşmak benim için bir “farz”. Oradan, buradan yapılmış bir cımbızlama anlamına gelmemesi için de, onun sözcükleri ve cümlelerini kullanmaya özen gösteriyorum.
Örneğin, “burkanın karanlığının rahatsız ediciliğini seviyorum, düşündürücülüğünü seviyorum” diyor, Göle.
Kamusal ve özel alanda modernitenin savunduğu şeffaflığı “korkutucu” bulduğunu söyleyerek, burkanın hatırlattığı “mahremiyet ve herşeyin görünür olamayacağı” düşüncesini bir meydan okuma olarak niteliyor. Burka tartışmalarını “çok kışkırtıcı”, bu kadar gürültü koparmasını  “eğlenceli”  bulduğunu da anlıyoruz.
Taraf gazetesinde yer alan yapılan bu röportajda, burka ile ilgili sorulara verdiği yanıtlara önce bu kadar da olmaz diyerek şaşırdım.
Ve ilk olarak, öyleyse bir süre de olsa “burka” ile gez, dolaş; bu kadar sevdiğin “karanlığı” kendinde yaşa demek geldi içimden.  Geldi ama, bu kadar “ucuz ve kolay” bir yanıtla yetinmek istemedim.  Herşeyden önce söylenen  bunca iddialı kavrama yazık olacaktı.
Sonra burka ile ilgili tartışmaları kışkırtıcı bulan Göle’nin, kendi söylemiyle bu kışkırtıcılığı arttırmak istediğini düşündüm. Belki Sarkozy gibi birçok Batı’lının sevimsiz  tavırları karşısında, en uygun yanıtın da “kışkırtıcı” bir tavır olacağını varsaymaktadır. Bilemem.
Ama bu sözlerin burka ile ilgili tartışmalardaki “eğlenceyi” artırmaya davet olduğu kuşkusuz. Ben de davete icabet edeyim dedim.
Şu sözlere bakın; insan nasıl etkilenmez! Herkes karşı olsa da, aslında burka “karanlığı, gölgeyi hatırlattığı”, her şeyin aydınlık, şeffaflık içinde olmasını isteyen “modernitenin aydınlık dünyasından kopuşu” temsil ettiği için önemli ve şeffaflık isteyenlere karşı mahremiyet isteyenlerin simgesi olarak “azınlığın gücü” anlamını taşıyor(muş).
Bir kere anlıyorum ki, bu sözlerle post-modern ötesi bir söylem ve yeni bir ufuk açılıyor önümüze. Önce türbanla örtünmenin kadınları özgürleştirdiğini öğrenmiştik, şimdi de burkanın moderniteye kafa tutan bir “azınlık gücü”nü temsil ettiğini öğreniyoruz.
Bu durumda, kadınların örtünmesine böyle anlamlar yükleyerek, kadınları rahatlatan, hatta güçlendiren Göle’ye, hepimizin teşekkür borcu doğuyor!
“Modern mahrem” takipçilerinin ise, bugüne dek Türkiye’de görülmeyen burkayı bu topraklara getirmeleri boyunlarının borcu olsa gerek.
İkinci olarak, burka, karanlık, mahremiyet ile kopuş, güç, meydan okuma gibi zıt kavramlar bir araya getirilir ve bu birliktelikten kendilerinden beklenmeyen bir anlam dünyası ortaya çıkarken, söylemin gücünün söyleyenin gücünden geldiğine bir kez daha “iman” ettim. Postmodern dünyada “biri”olmak söylediğinle değil, söylediğini “dinletmekle” ilgili; Göle de bunu iyi başarmış biri.
Şimdi çok makbul bir kişi tarafından postmodernden de öte, -“mor ötesi” mi denilmeli, bilmem- yeni bir söylem ufku açılırken, birilerine de bu yeni ufku kulanmak ve genişletmek düşeceğinden, önümüzdeki günler için heyecanlı beklentiiler içindeyim.
Düşünün, bir yandan dini inancında “örtünme” kuralını “en birinci kural” olarak kabul ederek bu konuda öncülük eden, öte yandan örtünseler de erkekler dünyasındaki ayırımcılığı yaşayarak feminist olma gereği duyan kadınlar var bu ülkede. Herhalde onlara da bu söylemin gücünü keşfetmek ve genişletmek düşüyor. Neler söyleyecekler, daha önemlisi nasıl giyinecekler; merak ediyorum.
Öte yandan, türban nasıl farklı bir tesettür modası, giyim piyasası yarattıysa, şimdi de çarşaf ve burkanın yeni bir moda ve yeni bir piyasaya yol vereceğini düşünürsek, tekstil piyasasında bir canlılık da bekleyebiliriz. Ha gayret!
Tabii söylenenlerin ufuk açıcı anlamını kavrayamayacak olanlar,  bunların neden söylenildiğini de düşünebilirler. Örneğin:
Nilüfer Göle, Sarkozy’ye kızdı da, bunun için mi “karanlıkları, gölgeleri” savunan bir söylemi ortaya attı?
Herkesin söylediğini tekrarlamaktan bıktı da, değişik bir şeyler mi söylemek istedi?
Ya da,  özgüveni öyle yüksek ve bu ülkede ne söylendiğinden çok kimin söylendiğine bakıldığını öyle iyi bildiği için mi her yanımızı çifte standartların, gizli pazarlıkların, oyun kuramlarının sardığı bir dünyada yaşasak da, özel ve kamusal yaşamda mahremiyet istemek, bunu azınlık gücü olarak nitelemek gibi bir “hoşluk” yapmaktan kaçınmıyor?
Tabii, “modern mahremi” olumlayan yaklaşımı bilinirken,  mahremiyeti türbanla sınırlayamayacağı, yani örtünme burkaya gelince yasaklayıcı olamayacağını düşünenler de olacaktır.
Neden ne olursa olsun, söylenenleri ciddiye alanlar bunların anlamını da sorgulamaya başlayacaktır:
Örneğin bu dünyada gücü olanın mahremiyeti de, hoş görüyü de sağlayabildiğini bilmiyor mu, denilecek. Mahremiyet, özel hayat denilirken burada da çifte standartların at koşturduğunu görüp görmediği sorulacak.  Bu dünyanın aydınlıktan değil, tüm iddialı söylemlerine karşın kavramların, kurumların, yetkilerin karanlık yanıyla boğuşmakta olduğu hatırlatılacak.
Kadın açısından ise, burkanın kadın için anlamının bu kadar görmezlikten gelinmesi karşısında hayretlere düşülüp, bunun kabulü ile nasıl bir kadın dünyasının ortaya çıktığına ilişkin örnekler verilecektir. Sanki Göle bilmiyormuş gibi! Pratik anlamda, burka ile dolaşmanın kadın için nasıl serbestlik, rahatlık, mahremiyet olarak tanımlanabileceği üzerine tartışmalar yapılacak ve benim gibi, “o kadar mahrem ve cazip ise, buyursun  kendisi giysin” denilecektir.
Yukarıda söyledim; ben de böyle bir “gaflete” düşer gibi oldum. Neyse ki, çabuk toparlanarak  söylenenlere eğlenceli yanından bakmayı başardım.
Örneğin burka giy, istersen içinde çıplak dolaş. Burka giy, nasılsa kimse tanımaz istediğini yap. Burka giy, bildiğin gibi yaşa, gerisine boşver. Ne yani denilemez mi?
Post-modern dediğin ne? “Take it easy” ile “everything goes” değil mi?
Galiba post-modernizmin gücü de, hayatı  ve olayları ciddiye alıp dertlenmektense, hafife almayı öğrenmek ve bunu uygulayabilme olanağı bulmuş “güçlere” katılmakla ilgili.
Bir türlü öğrenemiyorum; ama, galiba hem hafif hem güçlü olmak, hem rahat hem eğlenceli yaşamak bu olsa gerek.