Ergenekon, Balyoz derken, gazeteciler, yazarlar, öğretim üyeleri yıllardır tutuklu.

Endişeliler,

modern veya değil, ama çok.

 
Boş vermişler,

cahil veya değil, ama epeyce.

 
Umutsuz ve güçsüzler,

belki de en kalabalıklar.

 
Bir şey aranıyor,

Ama ne?

 
Ergenekon, Balyoz derken, gazeteciler, yazarlar, öğretim üyeleri yıllardır tutuklu. Sonra eski komutanlarla birlikte 163 asker tutuklandı. Herkes bir son bulsun diye bekliyor ya; binlerce sayfayı bulan iddianameler içinde gerçek de kaybolmuş gibi. Belgelere gerçek diyenler, sahte diyenlere; hem gerçek hem yalan diyenler var.

Emniyet müdürü, gazeteci, televizyon yöneticisi derken, tutuklananlar durmadan artıyor. Sıra kimde diye sorulmaya, sesi biraz yüksek çıkan da sıranın kendisine gelmesinden korkmaya başladı.

Kaygı tümen tümen.

Örneğin Pınar Sağ, hakkında dava açılmadığı halde işkence çekmiş, cezaevinde ölmüş birini andı diye ceza davasıyla karşılaşıyor.

Ya da Pınar Selek, yıllardır yaşadığı manevi işkence yetmezmiş gibi, Yargıtay kararından sonra mahkemenin beraat kararında direnmesine bile sevinemiyor; yine itiraz, yine temyiz, yine mahkemeler!

Hrant Dink davası dört yıldır bitemiyor. Ölüm acısı yetmezmiş gibi, delilleri yok eden, suçluları koruyan kişilerle uğraşan aile perişan. Her oturum Dink’i, yeniden öldürmekte.   

Faili meçhul mü, belli mi, orası karışık, ama ne faili ortaya çıkmış, ne de dava açılmış yüzlerce cinayet var. Bir de ölülerini bile bulamayan, kayıplarını arayan anneler, babalar.

Kürt sorununda ise, nerede durulduğu belli değil; gelecek kuşkulu. Bir yanda KCK davası ve yaşanan sorunlar, öte yanda demokratik özerklik ve anadil taleplerinden sonra, bir de Hizbullah’ın devreye girdiği görülmekte. Seçimler sırası ve sonrasında ne bekleniyor, nereye gidiyoruz? Gel de kaygılanma!

Ekonomi tıkırında deniyor; OECD içinde en yüksek performansı Türkiye gösteriyormuş.

İyi de, DİSK’in ekonomi büyüse de ücretler artmıyor demesini ne yapalım? Ya da, asgari ücretin ancak açlık ücreti olduğunu görmeyelim mi?

Cari açığın 50 milyar doları geçtiği söyleniyor. Para geliyor, gidiyor; ucundan halka da yansıyor. İyi de, ya toptan gittiğinde?

Halk işsizlik, geçim sıkıntısından dertli. Her sorulduğunda, her araştırmada dert yanıyor.

Tarım kesiminde hayvancılık da, tohumculuk da, gübre de dışarıya bağlandı. Gıda fiyatları tüm dünyada artarken, buradaki tarımsal üretim destek bekliyor, köstekle karşılaşıyor. Yarın gıda sıkıntısı çekeriz demek bir yana, derelerden yaşam ve üretim değil, HES’lerle para bekleniyor; ormanlar, tarım arazilerinin korunması gerekirken, imara açılıyor.

İş diye eğitim bellenmiş; oysa meslek okullarını bittirenler arasında yığınla işsiz var. Üniversite öğrencilerinin kaygıları artıyor, ama seslerini çıkardığında coplanmak, gözaltına alınmak tehdidi altında; yılgın.

İş kazalarında en önde gelen ülkeyiz. Madenler, tersaneler durmadan ölüm getiriyor. Ölünün toprak altından çıkarılması bile günler alıyor; acı türlü, türlü.

 Toplumun kabaca hali bu ve gördüğünüz gibi, laiklik meselesine girmedim bile. Orda da haklı kaygılar var; ama sanıldığı gibi, kaygının nedeni yalnız onunla sınırlı değil.

Tabii, bir de resmin öbür yanından baksak, ne görebiliriz?

Herhalde, öncelikle hukuk devleti, insan hakları ve demokrasiye ne kadar önem verildiğini göreceğiz!

Örneğin, Referandumla yapılan Anayasa Mahkemesi, YHSK değişiklikleri ve arkasından, gelen Yargıtay daireleri ile değişiklikler var. Bunlar hukuk devleti demek olmalı!

Meclis ise, münafıklara aldırmadan, ona buna danışarak zaman kaybetmeden tıkır, tıkır dertlere derman yasalar çıkarmakta! Demokrasi başka nasıl olabilir!

Başbakan, sanatçısından kayıp annelerine kadar her kesimi kahvaltılarda ağırlayarak, onları dinleyerek siyaset, demokrasi nedir herkese göstermekte!

Kısacası adalet, özgürlük, demokrasi; tekmili birden önümüzde!

Ekonomiye gelince, asıl medar-ı iftihar konu burada. İşmiş, geçim sıkıntısıymış deniliyorsa, onlara da yanıtlar Torba Yasası adıyla maruf pakette. Sosyal güvenlikten YÖK’ e kadar neye ihtiyaç varsa hepsi konmuş, tam 113 madde. Bir yasama harikası!

Aslında inkar etmeyelim, burada da demokrasi var. Soruluyor; işinde, çalışma koşullarında biraz standart, biraz güvence derken işsiz kalmak mı istersin; yoksa iş mi? Seçim senin.

İşsizlik, yoksulluk diyorsan, zamana uyacak, esneyeceksin arkadaş! Mesela, dört aylık denemeye razı olacaksın. Deneme sonunda işten çıkarılırmışsın; artık orası senin şansına, işverenin insafına kalmış.

Taşeron, geçici çalışma, kiralık işler gibi daha birçok çare sunuyoruz sana. Torba da her şey var. Tabii kabul edip etmemekte de serbestsin! Yok, bunlara itiraz ediyorsan, sen çalışmak istemiyorsun demektir; o zaman da ses etme arkadaş. Neymiş o Ankara’ya yürümeler, filan!

Ve son: Çalakalem de olsa, eksiği, yanlışı da bulunsa, ortadaki resim böyle.

Resmin muhatabı da, aslında kızım sana söylüyorum gelinim sen anla misali, başta CHP olmak üzere sol muhalefet.

Ve resim soruyor: Burada yapıldığı gibi, onlar da sorunları sayıp dökmekle mi meşguller; yoksa, seçim araştırmalarını da bildiklerine göre, bu kaygılara yanıt olma, bunları değiştirebilme umudunu nasıl yaratacakları arayışına mı girmişler?