Çalışanların ve emeklilerin haklarını budamak için gerçek süsü verilmiş yalanlar ortaya atılıyor. Gerçekler eğilip bükülüyor, demagojiye başvuruluyor. Dezenformasyona varan bu safsatalara karşı uyanık olmak şart.

Çalışma hayatına ilişkin 10 safsata ve gerçekler!

Ne zaman işçi ücretleri, emekli aylıkları ve memur maaşları gündeme gelse bazı safsatalar veya boş iddialar yeniden ortalığı kaplıyor. Çalışanların ve emeklilerin haklarını budamak için gerçek süsü verilmiş yalanlar, dezenformasyon ortaya atılıyor. Gerçekler eğilip bükülüyor, demagojiye başvuruluyor. Bu safsatalar o kadar çok tekrarlanıyor ki bir süre sonra yaygınlaşıyor. Dahası bu safsataların kurbanları da bunlara inanmaya başlıyor. Hatta neoliberal ideolojik hegemonyanın da etkisiyle muhalefet edenlerin bir bölümü de bunları tekrarlayıp duruyor. Kuşkusuz bu durum safsataların gücünü artıyor.

Bu haftaki yazımda çeşitli biçimlerde sık sık tekrarlanan çalışma hayatı ile ilgili yaygın 10 safsatayı ele alacağım. Bunların bir kısmı uzun dönemdir var, bir bölümü ise güncel. Her biri ayrı bir yazı konusu olan bu safsatalara ana hatlarıyla değineceğim.

1- “KAYNAK YOK”

En büyük ve yaygın safsatalardan biri kuşku yok ki “kaynak yok” safsatasıdır.  Bu iddia ileri sürülünce akan sular duruyor. Ücret artışı mı talep edildi, hemen “kaynak yok”, emekli aylıklarının insanca yaşayacak düzeye çıkması mı talep edildi hemen “para yok” deniyor. Sosyal harcamaların artması mı isteniyor “ ama bütçeye yük olur” iddiaları ileri sürülüyor. “Kaynak yok. Hükümet ne yapsın, karşılıksız para bassın da enflasyon mu” olsun gibi safsatalar ortalığı kaplıyor.

Oysa kaynak her zaman vardır. Sorun kaynak değildir. Devlet kaynak yaratır. Sorun kaynağı nasıl yaratacağınız ve nasıl dağıtacağınızdır. Kısaca tercih sorunudur. Kaynak meselesi sosyal ve sınıfsal bir tercih meselesidir. Örneğin 2024 yılı bütçesinde vaz geçilen vergi miktarı (vergi harcaması) 2,2 trilyon TL civarındadır. Diğer bir ifadeyle devlet bu kadar vergiyi çeşitli destek ve teşvikler nedeniyle toplamaktan vazgeçiyor. Hemen itiraz gelecektir: “Bunun içinde asgari ücret vergi istisnası da var.” Evet var ama vazgeçilen vergilerin yaklaşık yüzde 28’i asgari ücrete ilişkin gerisi çeşitli adlar altında verilen teşvik ve desteklerdir. Örneğin sadece Kurumlar Vergisi Kanunu kapsamında vazgeçilen vergi 657 milyar TL’dir. Örneğin sadece bütçeden işverenlere sağlanan yüzde 5’lik sosyal güvenlik destek priminin (2008-2023) arası tutarı 58 milyar dolar (1,7 trilyon lira) civarındadır: Demek ki kaynak varmış, istendiğinde bulunabiliyormuş!

2- “SOSYAL GÜVENLİK AÇIĞI BÜYÜYOR, EMEKLİNİN BÜTÇEYE YÜKÜ ARTIYOR”

Bu safsata özellikle emekli aylık artışları dönemlerinde iktidar tarafından sık sık ileri sürülüyor. Dahası bu iddiaya muhalif kesimlerden de zaman zaman destek geliyor. SGK’nin battığı bile söylenebiliyor. Oysa ne SGK batıyor ne de emeklilerin bütçeye yükü artıyor!

Sözde sosyal güvenlik reformunun yapıldığı 2008 yılında emeklilerin toplam nüfusa oranı yüzde 12,2 idi bu oran 2022’de 16,3 oldu. Ancak emekli aylıklarının GSYH’ye oranı aynı dönemde yüzde 5,9’dan 4,5’e geriledi. Dahası SGK’ye yapılan bütçe transferlerinin GSYH’ye oranı 2008’de yüzde 3,5’ti. 2022’de yüzde 2,6’ya geriledi. 2020 yılında yüzde 4,9’a kadar yükselen bütçe transferleri emekli aylıklarının aşağıya doğru bastırılması nedeniyle hızla geriledi.  Gerek emekli aylıklarının GSYH içindeki payının gerekse SGK’ye yapılan bütçe transferinin payının düşmesi emeklilerin yoksullaştığını teyit ediyor. SGK değil emekliler batıyor!

3- “ASGARİ ÜCRET ARTARSA İŞSİZLİK ARTAR”

Asgari ücret artışı dönemlerinde ileri sürülen bu safsata da pek yaygındır. Şimdiye kadar ampirik olarak kanıtlanamayan bu iddia bir “galatı meşhur” haline geldi. “Asgari ücret çok artarsa işveren işçi çıkarır ve böylece de işsizlik artar” iddiası sık sık tekrarlanıyor. Ancak ne hikmetse asgari ücretin nispeten yüksek arttığı dönemlerde dahi işsizlikte belirgin bir artış olmuyor. İşverenler asgari ücret artışı yüzünden işçi çıkartıp daralmaya gitmiyor. Örneğin asgari ücretin göreli olarak yüksek artışına rağmen dar tanımlı işsizlik son üç yılda yüzde 13’lerden yüzde 9 civarına geriledi. Aynı şekilde istihdam oranı da arttı. Kuşkusuz geniş tanımlı işsizlik çok yüksek ve Türkiye’de istihdam oranı OECD ve AB ortalamasının çok altında (bunu aşağıda ele alıyorum) ama asgari ücret artışının işsizliği artırdığı gösteren ciddi bir kanıt yok. Öte yandan neoliberal arz yönlü safsata asgari ücret artışının talep ve ekonomide canlanma yaratacağı gerçeğini de görmezden geliyor.

4- “ENFLASYONUN SEBEBİ ÜCRETLER VE ALIM GÜCÜ”

Bu safsata sıkı para politikası diğer bir ifadeyle kemer sıkma politikasının en önemli dayanağıdır. Şimdilerde yeni ekonomi yönetimiyle birlikte yeniden revaçta ve  “faiz sebep enflasyon sonuç” safsatasının yerini aldı.

Bu safsata kısaca “geliri kısarsanız talebi kısmış olursunuz, talep olmayınca fiyat artışı yavaşlar ve dolayısıyla enflasyon düşer” şeklinde özetlenebilir. Ne sihirli formül ama değil mi! Bu safsata enflasyonun sebebini yanış teşhis ediyor. Şirket kârlarını, döviz kurlarındaki artışı ve vergilerinin etkisini ihmal ediyor. Merkez Bankası kaynakları dahi ücret artışlarının enflasyon üzerindeki etkisinin yüzde 10 seviyesinde olduğunu gösteriyor. Ücretler belirli dönemlerde ve çetin süreçler sonucunda artabiliyor. Ücret gelirleri keyfe keder artmaz oysa mal ve hizmet fiyatları böylesi bir kısıta tabi değildir. Bu yüzden de şirket kârları ve sermaye gelirleri emek gelirlerinden çok daha fazla artar.

Örneğin 2005-2021 arası ücret gelirleri parasal olarak yüzde 527 artarken işveren gelirleri yüzde 980 artmıştır. Bir diğer örnek ise Gayri Safi Katma Değer içinde işgücü gelirleri ve işletme artığını (sermaye geliri) payındaki asimetrik büyümedir. 2022 yılında işgücü ödemeleri yüzde 82 artarken, sermeye gelirleri yüzde 113 artmıştır.500 büyük şirkette 2022’de dönem karı %121 oranında artarken işgücü ödemeleri yüzde 86 artmıştır. Resmi enflasyon ve yeniden değerleme oranlarının çok üzerindeki kârlar değil de ücret ve maaşlar mı enflasyonun sebebi! Hadi canım sende!

5- “ENFLASYONA EZDİRMEDİK”

Safsataların şahı budur! Neresinden tutarsan dökülüyor. Önce bütün emek gelirlerini resmi enflasyona hapsedilir. Sonra TÜİK marifetiyle enflasyon ölçümü manipüle edilir. Sonra da manipüle dilmiş resmi enflasyon oranları esas alınarak “enflasyona, ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz” denilir. Hatalı veya kasıtlı enflasyon ölçümü ile emek gelirleri düşürülür ve gelir bölüşümü daha da kötüleşir.

Her şeyden önce enflasyon doğru ölçülmüyor. Velev ki doğru ölçülsün. Enflasyon oranında zam iki nedenle aldatmacadır. Birincisi enflasyon ortalama ölçülüyor oysa gelir gruplarının hissettikleri enflasyon harcama kalıpları nedeniyle farklıdır.  Dahası enflasyon oranında zam büyümeden pay alamamak demektir. Bu da gelir bölüşümünün kötüleşmesi demektir. Nitekim hem TÜİK hem İSO verileri gelir bölüşümün hızla kötüleştiğini net biçimde ortaya koyuyor. Bunun en önemli sebebi çalışanların enflasyona ezdirilmesidir.

6- “ÜCRETLER NE KADAR ARTARSA ARTSIN ENFLASYON ERİTİR”

Bu safsata “muhalif” gibi görünen safsatalardan biri. Özellikle asgari ücret ve emekli aylık artışları gündeme geldiğinde “ne kadar artsa da işe yaramaz, birkaç ayda eriyip gidecek” şeklinde sık sık gündeme gelir. “Önemli olan ücretler değil enflasyon. Önce enflasyonu düşürmeye odaklanmak lazım” şeklinde de öne sürülüyor. Bu safsataya inananlar ücret artışlarının yüksek enflasyonun sonucu olduğunu unutuyor. Ücretler, maaşlar, aylıklar enflasyonun peşinden koşuyor onlara yetişmeye çalışıyor. Evet ücret artışları fiyat artışları ile tekrar eriyebilir ama ücret artışı olmazsa alım gücü daha da düşer. Enflasyon karşısında alım gücünü korumak için daha çok ve daha sık ücret ve maaş artışı talep etmek gerekir.

7- “DEMOKRASİ OLMAZSA YABANCI SERMAYE GELMEZ”

Bu da ”muhalif” safsatalardan biri. Özellikle hükümetin temel hak ve özgürlüklere yönelik ihlalleri arttığında “ama yabancı sermaye ürker, gelmez” deniyor. Yabancı sermayenin demokrasi istediği illüzyonu yaratılıyor. Gelir! Sermaye demokrasi olmadan da gelir! Sermayenin umurunda olan demokrasi ve insan hakları değil, siyasal ve yasal istikrardır, öngörülebilirliktir. Sanıldığı gibi siyasal istikrar ve öngörülebilirlik demokrasi ve insan hakları demek değildir. Sermaye önünü görmek ister, demokrasi ve insan hakları olmadan da önünü görebilir.

Sermeye giriş çıkışları, kâr transferleri, “teşebbüs hürriyeti” sağlanırsa gerisi sermayenin umurunda olmaz. Ne Osman kavala ile ilgilenir ne de Can Atalay ile! Tersine sermaye istikrarlı ama otoriteryen bir rejimi tercih eder. Böylece başı daha az ağrır. O yüzden sendikal hakların kısıtlı olduğu ve insaan hakları ihlallerinin sık görüldüğü ülkeler pekala ciddi yabancı sermeye çekebiliyor. Bu illüzyonun arkasında yatan temel neden kapitalizmin demokrasiyle özdeş olduğu yanılsamasıdır.

8- EMEKLİYE “MÜJDE” SAFSATALARI

Bu safsataları ve müjdeleri hükümet yanlısı medyada çok sık görmek mümkün. Neredeyse her gün bir emekli müjdesi haberi verirler. Ancak zaman zaman muhalif medyada da buna benzer “müjde” haberleri yer alıyor. Örneğin emeklilerin kök aylıkları ile tamamlanan en düşük emekli aylıkları birbirine karıştırılıyor. Böylece kamuoyunda en düşük aylıkların 7 bin 500 veya 10 bin TL’ye yükseltildiği yanılsaması yaratılıyor. Ardından emekliler aylık artışlarını buna göre bekliyor. Ama öyle olmuyor. Kök aylıklara zam yapılıyor. Böylece yüzde 49,25 olduğu iddia edilen emekli aylık artışı yüzde 33’lerde kalabiliyor. Bir başka güncel örnek emekli bayram ikramiyesine yüzde 50 zam yapıldığı iddiası. Demagojinin ve dezenformasyon şahikası söz konusu! 2018’de asgari ücretin yüzde 62’sine denk gelen emekli bayram ikramiyesi yüzde 50 zamla asgari ücretin yüzde 18’ine geriliyor. Bu artış ve müjde olarak sunuluyor ve maalesef alıcısı da oluyor!

9- “İŞSİZLİK DÜŞÜYOR İSTİHDAM ARTIYOR “

Her ayın 10’unda TÜİK’in işgücü verisini açıklamasının ardından tekrarlanan bir safsata. Evet, dar tanımlı işsizlik görece düştü. Ama Avrupa ülkeleri için hâlâ en yüksek işsizliğe sahip birkaç ülkeden biri Türkiye. Öte yandan geniş tanımlı işsizlik düzenli biçimde tırmanmaya devam ediyor.

Geniş tanımlı işsizlik pandemi öncesinde yüzde 15-20 bandında seyrederken pandemi sonrasında 20-25 bandına yerleşti. Geniş tanımlı işsizlik bir yılda 1,5 milyon artarak 9,6 milyona fırladı. Evet istihdam da artış var ama Türkiye OECD ve AB ortalamasının çok çok altında bir istihdam oranına sahip. DİSK-AR tarafından hesaplanan Kayıtlı ve Tam zamanlı İstihdam (KATİ) oranı ise sadece yüzde 34 düzeyinde. "İşsizlik düşüyor, istihdam artıyor" gibi boş övünmelerden önce bu gerçekle yüzleşmek lazım.

10- “VERGİYİ TABANA YAYACAĞIZ”

En boş safsatalardan biri de budur. Vergi tabana yayılmış zaten!  Türkiye’de verginin aslan payı tüketimden alınıyor. Yani zengin de fakir de tüketim sırasında aynı vergiyi ödüyor. Dolaylı vergilerle vergi zaten tabana yayılmış durumda. Gelirden alınan vergilere gelince burada aslan payını ücretlerden alınan vergiler oluşturuyor. Vergi tarife dilimlerinin yeniden değerleme ve asgari ücretin altında artırılması ve asgari ücret vergi istisnasının çalışanlar aleyhine uygulanması nedeniyle ücretle çalışanlar daha çok vergi veriyor. Kurumlar vergisi ve servet vergileri ise devede kulak. Vergiyi tabana yayacağız iddiası boş laftır. Yapılması gereken vergide adaleti sağlamak ve yüksek gelir grupları ile servet sahiplerinden yüksek vergi almaktır.

Kuşkusuz çalışma hayatına ilişkin safsatalar bunlardan ibaret değil. En yaygın ve güncel olanlardan bir grubu ele almaya çalıştım. Zaman zaman dezenformasyona varan bu safsatalara karşı uyanık olmak şart. Bu safsatalara karşı mücadele sadece doğru bilgi açısından önemli değil doğrudan bölüşüm ilişkilerine dair bir mesele.