Sanırım benim gibi daha birçok kişi, dört bir yanımızı saran felaket haberler, sonu gelmeyen iğrençlikler, çeşit çeşit pisliklerle sarsılırken, aynı zamanda kendisine şu soruyu sormadan edemiyor; bu dünya ve de bu toplum hep böyle miydi; yoksa giderek kötüye mi gidiyoruz?

Sorunun yanıtını bilmiyorum. Bazen öyle, bazen böyle düşündüğüm de oluyor.
Ancak, hemen her yandan felaketler ile iki yüzlülükler fışkırırken kaygılarımız artsa da, yeryüzüne ve insanlığa dair ekonomiden siyasete, adaletten ahlaka uzanan temel meselelerin konuşulmasına bir türlü sıra gelmediğini görebiliyorum ki, bunlara sıra gelmedikçe yakındığımız dünyanın değişeceğini beklemek de zor.
Kuşkusuz, dünyayı ve insanlığı ilgilendiren bu temel meseleler kapalı kapılar ardında yoğun olarak konuşulmakta. Gündemlerinde, yalnız Büyük Ortadoğu Projesi değil, Büyük Dünya Projesi olduğuna da kuşku yok. Ancak bu projelerin, kitleler için çözüm getirmekle değil, kendilerine yarar getiren bu düzenin devamıyla ilgili olduğu ve bunun kitlelerce görülmesinin nasıl engelleneceğine ilişkin olduğuna da kuşku yok.
Kısacası, düzen devam ederken, düzenin devamı için gereken bir “körlük” de yaratılmakta! Bunun için bilgiden teknolojiye uzanan incelikli araç ve yöntemler olduğu da ortada.
Öte yandan, hemen her toplum iç bölünmeler ve dış çatışmalar, yönetim yetersizlikleri ve toplumsal sorunlarla kendi derdine düşmüşken, küresel körlüğü devam ettirmekte zorlandıkları da söylenemez.
Örneğin şu ülkedeki gündeme bir bakın!
Aylardır, katliamlar, ölümler, yıkımlar, göçler ülkesi olduk! “Kaç şehit verdik, kaç terörist öldürdük” le yatıp kalkıyoruz!
Bireysel-toplumsal hastalıklarınız da bundan aşağı kalmıyor. Taciz edilen, öldürülen çocuk vakaları ile kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri birbiriyle yarış halinde!
Bir de, 45 çocuğa ulaşan taciz vakası ve bunun dini öğretiyi esas alan bir vakfın, Ensar Vakfı’nın kolu kanadı altında yapılması gibi rezilliklerimiz var!
Bu affedilemez olayın, vakfı korumak amacıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı tarafından küçümsenmesi gibi vahim göstergeler de eksik değil!
Öte yandan Güneydoğu kanarken, evlerine geri dönmek için yollara dökülen insanları görüyoruz. Belediyelerin kayyıma teslim edileceği haberleri ile yakında seçtikleri yöneticilerden de olacaklarını anlıyoruz.
Barış isterken tutuklanan akademisyenler hala cezaevinde! Gazetecilikten yargılananların davası sürüyor.
Siyasal gelişmeler ise, bildiğimiz tüm doğrularla dalga geçer gibi!
Örneğin başkanlık tartışmalarından kalktık, Erdoğan’ın danışmanlarından birinin, “Erdoğan’la birlikte temsili liderlik yerine, organik liderlik geldi” demesi gibi garip laflara geldik! Yani, Erdoğan yalnız halkı temsil eden değil “halkın kendisi” olmuşmuş!
Davutoğlu’nun da ondan kalır yeri yok! Yeni anayasanın nisan sonuna kadar hazır olacağı müjdesini verirken, müjdenin içeriğini de doldurmakta!
Buna göre, “anayasal kurumlar aracılığıyla kullanılan egemenliğe “milletin egemenliği” denilmezmiş; “mahkemeler adaleti tesisi eder, egemenliği ise millet kendi temsilcileri üzerinden kullanırmış! ”
Yani Montesquieu’den bu yana yönetenlerin zapturapt altına alınması için erkler ayrılığını ve anayasal denetimi şart koşanlar bir şey bilmiyormuş! Asıl olan, seçilenlerin her şeye kadir olmasıymış!
Açıkçası, bundan aşağısı bizi kurtarmaz diyorlar!
Bu koşullarda “körlükten“ kurtulmak!
Sonuç olarak, hem küresel hem toplumsal düzeyde öyle yakıcı olaylar ve gelişmeler yaşıyoruz ki, körlükten kurtulmamız zor! Biz bunlara dalmış giderken, burada birileri “başkanlığını” ilan ediyor; dünyadaki birileri de, küresel adaletsizlikten Ortadoğu’nun yıkımına, İslami fanatiklikten etnik-dinsel kavgalara, iklim değişikliğinden demokrasi ile hak ve özgürlükler açısından yaşanan tutarsızlıklara uzanan bu eşitsiz, adaletsiz, dengesiz dünya düzenini devam ettirmenin yolunu bulmakta.
Evet çok şeyi görüyor, biliyor, konuşuyoruz. Ancak bildikçe, hoşumuza gitmeyenlere itiraz etmek yerine sessizliğimiz artıyor gibi.
O nedenle bugün cehaletten söz etmek zor; onun yerine, hepimiz için geçerli bir “körlükten” söz etmek doğru olur. Bu körlüğün istenilen-yaratılan bir körlük olduğuna da kuşku yok.
Bu nedenle, bilgi toplumu lafları edilince gülesim gelir; bilirim ki, bilgi piyasanın işine yaradığı ölçüde geçerlidir! Bundan ötesine gerek yok!
Uçsuz bucaksız iletişim çağından söz edilince, - şimdi 4,5 fiber güçle süper bir güce kavuşmuşuz ki, dağ taş bayram etmekte! - gerçekte göstermek istediklerini gözümüze sokmak için işe yaradığını düşünürüm.
Sonuç olarak, cehaleti sevdiğini söyleyen öğretim üyesinin dediği gibi, cehalet değil fakat “küresel ve toplumsal körlük” bugünkü eşitsiz, adaletsiz, dengesiz dünyanın sürüp gitmesinden işe yaradığından, bizler de “bakar-görür” körlere dönüşürüz.
Üstelik bizim gibi ülkelerde, hem kendi gerçeğimiz hem de küresel gerçeklikler açısından öyle “körleştirilmekteyiz“ ki, katman katman körlüğü aralamak da zorlaşmakta!