CHP’nin şubat ortalarında, bir gurup ekonomi yazarına açıklamayla kamuoyuna duyurduğu “Aile Sigortası” başlıklı önerisi

Biri yaşama hakkı nedir diyor

Öteki, finansmanı nerede diye soruyor!

Biri, vatandaşlık nedir, bir anlatsan diyor

Öteki, iş bitirici, makam kuşatıcı, güç toplayıcı olabildin mi diye soruyor!

CHP’nin şubat ortalarında, bir gurup ekonomi yazarına açıklamayla kamuoyuna duyurduğu “Aile Sigortası” başlıklı önerisi, gazete ve televizyon programlarında epeyce yankı buldu.

Tabii, insan, önce neden kısıtlı bir gurup ekonomi yazarına açıklamakla başlandığını merak etmiyor değil. Bu konuyla ilgililer desek; aynı konuyla ilgili daha birçok ekonomi, sosyal politika, sosyal güvenlik konusunda yazanı bulabiliriz. Onlar, bilinen ve kamuoyuna duyurmakta daha etkin yazarlar desek, burada da oldukça elitist bir tavır çıkar ki, bence CHP’nin bu dönem en çok kaçınması gereken tavırlardan biri bu. Yok, bazı kaygılar ve eleştirilerle karşılaşmak istemiyorlar da, bildik-tanıdık gazetecilerle kendilerini sınırlıyorlarsa, bu daha da kötü. Erdoğan’ı eleştiriye tahammülsüzlükle suçlayan bir Parti, - ki, doğru bir tespit- aynı tavırdan kaçınamıyor demektir. Eleştiriye tahammülden söz edebilmek için,  önce dinleme ve anlama ilişkisinin ortaya çıkması gerekmiyor mu?

Beni niye ilgilendiriyor? Alındım, kıskandım mı? Keyifleri bilir de, geç!  İyi de, “demokratik sol” bir siyasetin yükselmesini isteyen biri olarak bunlar beni ilgilendirmezse, kimi ilgilendirecek! Lafzi anlamda değil, içerik ve hedefler gibi, politik uygulamalarla da bu anlayışı yansıtan, demokrasi, adalet ve eşitliğe yönelik duyarlılığını programı ve politikalarıyla olduğu kadar, siyaset yapma anlayışıyla da ortaya koyan bir sola ihtiyaç olduğunu düşünürken, -bu tavırlar CHP’den beklenmese de- “dur, hele” demek gerekmiyor mu?

BirGün’de yazdığım yazılarda ve katıldığım toplantılarda hem genel olarak sola hem de CHP’ye yönelik eleştirel bir bakışım olduğunu koymaktan çekinmediğim biliniyor; ancak yaptığım eleştirilerin isimler değil, dikkate alınmasını umduğum bazı fikirler çevresinde olmasına da dikkat ediyorum. Bunların bir işe yarayacağı konusunda umutlu olduğumdan da değil; yine yazmaya devam etmem de, bu “dur, hele” demenin bir tezahürü.

Bir kere, siyaset yapan bu koca “Ademler ve tabii Ademlerin peşine takılan Havvalar, dünyanın ve toplumun kıvrandığını nasıl görmüyorlar diye şaşkınlık duyuyorum; yazmam gerek. İkincisi de, doğrudan söylersem, “devrimi” beklemek yerine, devrimci yaklaşımların sol söyleme, partileşmeye, siyaset yapmaya, politikaları değiştirmeye yansımasını istiyorum; yazmam gerek. Eleştirmem de, varsın ütopik olsun diyerek siyasetten ve siyasetçiden beklediklerimi yazmam da bundan.

Nuray Mert sağ olsun, asıl endişelenmemiz gerekenlerin “tasasız demokratlar” olduğunu çok iyi ortaya koydu. Ben de, sol düşünce ve siyasete bu kadar ihtiyaç duyan bir dünya ve toplumda “tasalı bir demokrat”  ve sol, feminist, hümanist, ekolojik kaygıları olan biri olarak kaygılarımı anlatmaya çalışıyorum.

Şimdi CHP’nin Aile Sigortası’yla ilgili önerisine gelirsem, öncelikle, aile yardımını ve asgari  gelir hakkını, bu kadar yoksulun ve işsizin olduğu, bu kadar acı insan manzaralarının yaşandığı bir toplumda sosyal devlet ve sosyal adalet anlayışı açısından ilkesel anlamda doğru bulduğumu söylemeliyim. CHP’nin hazırladığı Kitapçık, bilinen acıklı manzarayı ortaya koyuyor: Hesaplamalara göre değiştiğine dayalı olarak rakamlar oynak; yine de 10-17 milyon insanın yoksul, 3-5 milyon insanin işsiz, 5 milyona insanın yaşlı, 8-9 milyonun engelli olduğu, sosyal güvenlik sisteminin herkesi kapsamadığı, dağınık bir sosyal yardım sisteminin uygulamayı zorlaştırdığı, yapılan yardımların hak olmayıp keyfi bir nitelik taşıdığı bir ülkede, sosyal yardım ve hizmetleri, hem vatandaşlık hakkına bağlamak hem Aile Sigortası Kurumu gibi bir çatı altında birleştirmek olumlu bir adım. Bunun sivil ve siyasal vatandaşlıktan, Marshall’ın önerdiği gibi sosyal vatandaşlığa doğru bir adım olarak görülebileceğini de düşünüyorum.

Uygulamayla ilgili bir ayrıntıya girmeyeceğim; çünkü önerinin anlamını tartışmak istiyorum. Bu nedenle Aile Sigortası’yla ilgili AKP’den gelen eleştiriler ve basında çıkan yazılarda, yok hesaplamaların yanlışlığı ve bütçeye binecek yükün büyüklüğü, yok bu ödemeler yapılırken asgari ücret alanlara ne deneceği, yok bunun insanları işgücüne katılmaktan alıkoyacağı gibi tartışmalar bana bir şey ifade etmiyor. Açık olan şu ki, Aile Sigortası farklı koşullarda farklı ödemeler öngörüyor, yani ailenin durumuna göre değişen bir destek söz konusu ve buna göre finansal kaynağı açısından hesaplamalarda bir yanlışlık yok.

Ancak hepsi bu mu? İlk olarak, nüfusun yarısının geçim sıkıntısı çektiği, tarım dışında çalışanların en az yüzde 30’unun kayıt dışı çalıştığı, ücretli çalışanlar içinde 5-6 milyonun asgari ücret civarında bir ücret aldığı bir ülkeden söz ediyoruz. Yani yapılan yoksulluk araştırmalarında yoksul görünmeyen birçok ailenin,- geçim sıkıntısı da bunu gösteriyor- aslında yoksul olduğunu kabul etmek durumundayız.  Bu durumda, aileye yapılan ve ailenin toplam gelirinin birey bazında yoksulluk eşiğinin altında olmasına bağlanan desteklerin fazla bir anlamı olacağını düşünemiyorum. Tabii, 50 liralık bir ödemeye ihtiyaç duyan ve bunu almaya koşan insanların olduğu bir ülkede, ailenin durumuna göre verilecek 100- 200 liranın bir anlamı olmayacağını söylemek pek doğru görünmüyor; ama öyle.

İkincisi, aile yardımını Ahmet İnsel’in yaptığı gibi asgari gelir hakkına bağlamak da bana zor geliyor. İnsel de bilir ki, asgari gelir hakkı olabilmesi için, bu gelirin ailenin koşullarına göre değişecek, ancak en azından asgari ihtiyaçlarını karşılayacak bir düzeyin esas alınması gerekir; temel gelirden (basic income)  söz edildiğinde ise, bireysel bazda ve her birey için belirli bir yaşam düzeyini sağlayacak çok daha cömert bir uygulama gündeme gelir. Önerilen Aile Sigortası’nda asgari gelir gibi bir ifade yok, olmaması da doğru; çünkü yalnızca bazı koşullarda ve çok küçük katkılardan söz edilmekte. Bu koşullarda bile, öncelikle kaynağın nereden bulunacağı tartışmalarının gündeme geldiğine bakarsak, finansman sıkıntısının CHP’yi oldukça “yoksul” bir öneri getirmeye zorladığını da düşünebiliriz.

Üçüncüsü, yoksulluğu azaltmak yerine devam ettirmekten başka bir şey getirmeyen bir önerinin içerdiği tehlikeler de var. Bunu gidermek adına finansman sıkıntısını çözecek anlamlı bir yol gösterilebilirdi. Örneğin bütçenin fakirliği ve harcamaların kısıtlılığına yol açan temel sorun vergi gelirlerinin yetersizliği. Bu nedenle, gelir ve kurumlar vergisi gibi doğrudan vergilerin ne kadar arttırılacağı, vergi kaçağının önlenmesi açısından neler yapılacağı gibi hesaplamalara gidilseydi, hem çok daha gerçekçi bir kaynaktan söz edilmiş hem de sosyal devlete ve sosyal adalete çok daha yakışan bir fikir ortaya konmuş olurdu. Bir örnek, bırakınız İsveç gibi sosyal devlet anlayışıyla farklılaşmış bir ülkeyi (GSMH’nın yarısı vergi geliri olarak devlete aktarılıyor), liberal anlayışıyla öne çıkan ABD’de bile vergi gelirinin % 43’ünün gelir ve kurumlar vergisinden oluştuğunu görüyoruz. Bizde ise doğrudan vergiler  % 23 dolayında kalırken, tüketim üzerinden alınan dolaylı vergiler % 60’ bulmuş durumda. Hani her alanda ABD’yi örnek gösterenlere, CHP, en azından bunu hatırlatmış ve burada yapılması gereken değişikliklerden söz etmiş olsaydı, önerinin inanılırlığı da, getireceği yararlar da farklı olurdu.

Dördüncüsü, Aile Sigortası, ancak en başta istihdam artışını sağlamaya yönelik önlemlerle anlam kazanabilir. Çünkü yoksulluğun yardımlarla sürdürülmesi değil, azaltılması amaç olmak durumun dadır. Bu nedenle de, istihdam artışı sağlanmasından başka bir yol düşünülemez. Bugün benim gibi sosyal sorunlarla uğraşanların AKP iktidarına yönelik eleştirilerinin başında, sosyal politikaların sosyal eşitliği sağlamaya yönelik asıl amacının görmezlikten gelinerek devlete bağımlılığı ve yoksulluk kültürünü kalıcı hale getiren anlayış gelmektedir. Liberal anlayışa özgü bu yaklaşımın Aile Sigortası’nda da ortaya çıkmaması için, yoksulluğu azaltacak önlemlerin çok daha önemli ve somut politikalarla gündeme gelmesi beklenir.  Örneğin, en başta kamu istihdamının artırılması, taşeronla çalışmanın sınırlanması, ya da buralarda çalışanlar için de aynı hakların güvence altına alınması ve en azından belirli büyüklükteki işletmelerde çalışma saatlerinin azaltılması gibi önlemleri düşünmek, sosyal devlet ve sosyal adalet ciddiye alınacaksa kaçınılmaz görünmekte.

İnsel, asgari gelir hakkıyla ilgili yazsısını, “tartışmaya var mısınız?” diye bitiriyor; haklı, tartışmak gerek. Ben de “kapalı devrelerinin” dışına çıkmamayı yeğleyen herkese aynı çağrıyı yapıyorum. Tartışmaya var mısınız?