Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Çocuk kitapları, yayıncılar açısından kazançlı bir alan olarak görülüyor. Bu kitaplar için bandrol zorunluluğu olmaması da yayıncıların iştahını kabartıyor sanki. Piyasadaki hareket biraz da bu yüzden bereket kazanmışa benziyor...

Peki, bu kitapları yazan ve basanların çocuk pedagojisi ile ilgileri nedir? Uzman denetiminden geçiyor mu çocuk yayınları?

Gelişim çağındaki çocuklara yönelik kitapların, biçim ve içerik yönünden onların düzeylerine uygun olması gerekir. Pedagoik eğitimi olmayan insanların çocuk kitabı yazmaları, çocuklara yarar yerine zarar verir. Bazı kitaplar ise çocukların düş dünyasını, düşlem gücünü geliştirmek şöyle dursun, kafalarını karıştırıp ruhlarını karartabilir…

Daha da kötüsü, gerici yayınevlerinin bu alanı ideolojik amaçla kullanıyor olmaları. Örneğin kimileri, “çocuk gelin” faciasını özendirmek için “Ben de gelinlik giymeyi hayal ediyorum” gibi sözler söyletebiliyor minik kız çocuklarına…

Eğitimci yazar Mahiye Morgül, yıllardır uğraşır bu konularla. Ayrıca çocuklar için hazırlanıp Milli Eğitim Bakanlığı’nca salık verilen ders kitapları hakkında açtığı sayısız dava da vardır.

Çocuk kitaplarında sayfa düzeninden görsel öğelere ve harf karakterine değin her bir ayrıntı önem taşır. Resimlerle içerik arasındaki uyum da çok önemlidir. Genellikle çeviri kitaplarda görsellikle içerik uyumuna pek özen gösterilmiyor. Sözgelimi kitabın adı “Fareli Köyün Kavalcısı” ama çizimlerde kavalcı yok, borazan öttüren bir genç var! Böyle bir şey olabilir mi?

Bu kitaplar ciddi dil ve yazım sorunları da içeriyor. Sözgelimi, 4 E Yayın Dağıtım’ın Kültür Bakanlığı sertifikalı bir kitabının kapağında “çocuk” sözcüğü “ÇocuQ” biçiminde yazılmış! Kitabın 8. sayfasında “Fareler de peşinden geldiler” tümcesindeki “de” bağlacı bitişik! 16. sayfadaki “Piper de çocukları bıraktı” tümcesindeki “de” bağlacı ise “Piper’de” biçimde yazılmış. Çocuklara Türkçeyi böyle mi öğreteceğiz?

Bir başka yayınevinin “Yemekte Fare” adlı kitabında da fareler, yalnız yaşayan bir arkadaşlarını delikten çıkarmaya uğraşırken, “lezzetli peynir parçalarıyla, doğum günü davetiyeleriyle… gelirlermiş” deniyor. Oysa burada sözkonusu olan “doğum günü davetiyesi” değil “doğum günü daveti”dir. Kitabın bir başka yerinde ise “vejetaryen” sözcüğü “vejeteryan” olarak yazılmış. Bu Fransızca sözcüğü üstelik yanlış yazmak yerine “etyemez” diye çevirselerdi o yaştaki çocuklar için daha anlaşılır olmaz mıydı?

Dilbilgisi ve Türkçe bilinci, çocuklara küçük yaşta aşılanırsa kalıcı olur. O nedenle çocuk kitaplarında Türkçenin doğru, güzel ve anlaşılır kullanımı büyük önem taşıyor. Anlatım düzgün olmalı, sözcükler yanlışsız yazılmalıdır. Noktalama imleri de yerli yerinde kullanılmalıdır…

HAFTANIN NOTU

Taksim, 1 Mayıs Alanı’dır!

Emekçilerin uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs yaklaşırken, iktidar yine “yasakçı” yüzünü gösterdi. Oysa aynı iktidar, 2009 yılında 1 Mayıs’ı “Emek ve Dayanışma Günü” ilan edip ardından Taksim yasağını kaldırırken çok böbürlenmişti. Yandaş gazeteler de o günlerde AKP iktidarını öve öve bitirememişlerdi. Bugün tam tersi çizgide yayın yapan iktidar yandaşlarına o günkü manşetlerini anımsatmak isterim...

Örneğin Sabah gazetesi, 2 Mayıs 2010 tarihli manşetinde, Taksim Alanı’nın işçilere dar geldiğini yazıyor ve “32 yıl sonra işçiye açılan Taksim’de 1 Mayıs coşkusu meydandan taştı” diyordu. Aynı tarihli Yeni Şafak gazetesinin “TABU YIKILDI” manşetinin altında şu satırlar okunuyordu: “Türkiye, taksim korkusuyla yüzleşmeyi başardı. 1977’deki kanlı 1 Mayıs’ta 37 kişinin hayatını kaybettiği Taksim Meydanı, 33 yıl sonra AK Parti iktidarında kutlamalara açıldı. Yüz binler içi bayramını barış içinde kutladı.” O günkü Akşam gazetesinin birinci sayfası ise boydan boya 1 Mayıs kutlamalarına ayrılmış ve gazetenin manşetinde “Taksim’ine Bayram Gelmiş Memleketin” ifadesi yer almıştı…

Gelin görün ki aynı iktidar döneminde Taksim, on dört yıldır yine kapalı emekçilere…

Ama yerel seçimlerden sonra ülkede siyasal iklimin değişmekte olduğuna ilişkin bir inanç doğdu. O yüzden bu yıl 1 Mayıs’ı Taksim Alanı’nda kutlama konusunda işçi sınıfında, sendikalarda, demokratik kitle örgütlerinde ve çeşitli toplum kesimlerinde çok güçlü bir istenç olduğu görülüyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, daha önce Taksim Alanı’nın işçilere kapatılmasının hak ihlali olduğuna karar vermişti. Anayasa Mahkemesi’nin de aynı doğrultudaki kararıyla bu durum artık tartışmaya yer bırakmayacak biçimde kesinleşmiştir. Ne var ki Saray rejiminin Anayasa’yı ve Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımama yolundaki hukuk dışı tutumu da sürüyor. Nitekim İstanbul Valisi Davut Gül, “1 Mayıs bu yıl da Taksim’de kutlanmayacak” açıklamasıyla toplumda yeni bir gerilimin fitilini ateşlemiş bulunuyor.

Bu yanlıştan hemen dönülmeli ve Anayasa Mahkemesi kararına uyularak Taksim Alanı, 1 Mayıs’ta işçilere açılmalıdır.