En kirli savaş çocuklar üzerinden yürütülendir. Hatta savaşta sadece ölen çocuklardır. Kimi zaman cansız bedenleri gelir görüntüye, bazen, hayatta kalmayı başardıysa eğer o minik yürek, geleceği, düşleri çalınmıştır. Soluk alsa bile, çoktan ölmüştür. Bizim memleket çocuk acısını çok zaman yaşadı, yüreği kanayarak… Kolay verdik evlatlarımızı toprağa…

12 Eylül 80 günü bir yıkım başladı. Haysiyet cellatları, insanlık düşmanları, memleketin en güzel insanlarını zindanlara tıktılar, darağaçları kurup sallandırdılar ve işkencenin akıl almaz türlerini uyguladılar. Kime? İlerici, demokrat, devrimci insanlara…

Mahmut Alınak anlatmıştı; işkenceye baba oğul birlikte alınıp, evladının önünde adamın ırzına geçildiğini. Bu unutulur mu? Bir evlat bu izi hem kendi belleğinden silemez, hem de toplum bunu unutamaz. Bu acının üstüne yatıp, uyumaya kalkarsanız sadece kendinizi kandırırsınız. Acı örnekler 90’larda sürdü gitti. Her yan zulüm, her yan kan, her yan vahşet… Benim de gençliğim, çocukluğum bunlar arasında geçti…

Kişisel hayatımız toplumsal akıştan farklı olamaz. Bir toplum yaralıysa, can çekişiyorsa, ne yaparsanız yapın, ister ahmaklığa oynayın, ister gözünüzü kör edin, gelir o yazgı sizi bulur. Salt bedenlere işkence etmedi askeri/gerici darbe. Zihinleri de esir aldı. Okul kitapları hamaset içerikli, bilimden uzak, bol din ve milliyetçilik soslu kondu çocukların önüne. Evren bir elinde bayrak, ötekinde kutsal kitap tacirliğe soyundu. Çocuklar hep bir ağızdan haykırıyordu bağlılığını yeni düzene. Yani bir ucube olan ‘Türk-İslam Sentezi’ne…

Bütün zalimlerin en önemli aygıtı çocuklardır. Onlarla rastlaşınca yurt gezilerinde sever, okşar, hediye verir ve nasihat ederler. Hitler dönemi kitapları ve filmleri en güzel belgedir. Ama bizim onca uzağa gitmeye ihtiyacımız yok. Çocukların nasıl bir siyasal araç olarak kullanıldığı, devlet eliyle nasıl kin tohumu ekildiğini her gün, her dönem yaşadık.

Asker millet olmakla övündük, bir türlü bilim insanı yaratan millet, sanatçı millet olmayı beceremedik. Yeteneksiz olduğumuz için değil, bu değerleri tanımadığımız, önemsemediğimiz için. Cumhuriyet; Köy Enstitüleri kapandığı gün ricat etmeye başladı. Bunun adına ‘çöküş’ desek, abartmış olmayız. Yoksul köy çocukları hem meslek ediniyor, hem keman çalıyor, hem dünya klasiklerini okuyor, hem felsefeyle tanışıyor, hem de yaratıyordu. Bu korkuttu herkesi…

Sonra metalara tapınma dönemi yaratıldı. Hiçbir ölçütü olmayan ‘liberal alçaklık’ alınır satılır eşya yarattı önce; ardından vicdanlar, kişilikler pazara düştü. ‘Zengin ol da nasıl olursan ol’ diyordu düzen. İster çal, ister yalan söyle, ister devleti sövüşle, ister onurundan vazgeç… ‘Başarı Fetişizmi’, ‘Kariyer Fetişizmi’ özellikle orta sınıfları derinden etkiledi. Liberal ekonomi; sus payı olarak, devletten çaldığını, yoksula, garibana ‘sadaka’ olarak verdi. Elbet bu düşkünler toplumunun da bir öğretisi ve önderi olacaktı… Bulundu…

Kızımı okula yazdırdığım ilk gün, sevinç duymam gerekirken, derin endişe taşıyordum. Özel okula göndermek avutmuyordu beni. Yarışmacı, hamaset dolu, zalim eğitim düzeni içinde; tek tipleşecek, özgür düşünmek yerine başkalarını ezmeyi öğrenecek ve dayatılan bu saçmalıkları hakikat zannetsin, diye, elbirliğiyle ezecektik onu… Bunun adı ‘çaresizlik’tir elbet.

Bedava dağıtılan ve bu yolla birilerinin zengin edildiği kitaplarda o’nun resmi var. Hamaset dolu sözleri var o’nun. Bir çocuğu diğerine düşüren… Okullar teknolojik aygıtlarla dolmuş… Ama istenen ‘Kindar Nesil’! Zorla dayatılan din, başa geçirilen örtü ve sırtımıza giydirilen deli gömleğiyle, adı eğitim olan, çağdışı uygulamalara tutsak ediliyoruz.

Biz darbe altında yaşadık ve elden geldiğince savaştık gericilikle. Başaramadığımız ortada ki, iktidarın fotoğrafı net. Bari çocuklarımızı koruyalım. Gün bugün; veliler, öğretmenler, memleketimin duyarlı insanları, gericiliğe, zulme, ötekileştirmeye direnelim. “Bilimsel ve Laik Eğitim Boykotu” çarpık düzene bir karşı duruştur. Eğer özgür çocuklarımız olsun; sorsun, sorgulasın istiyorsak bu bir görevdir.

Başarabiliriz!