Neden öldürdün sevdiğini, sevgilini, gül yüzlü dostunu? Çok seviyordum abi. Bana yar olmayacağını sandım, bir gömlek büyüktü bana, ne yapsaydım, başkasına yar olacaktı abi, ben de ölecektim, o filmdeki adam gibi. Neden ölmedin? Can tatlıymış abi, tutukluk yaptı. Ne tutukluk yaptı silah mı? Yok, cesaret abi… ••• Cinayet mahallindeyiz. Ama onu çözmeye daha vakit var. […]

…Çok seviyordum abi!

Neden öldürdün sevdiğini, sevgilini, gül yüzlü dostunu? Çok seviyordum abi. Bana yar olmayacağını sandım, bir gömlek büyüktü bana, ne yapsaydım, başkasına yar olacaktı abi, ben de ölecektim, o filmdeki adam gibi. Neden ölmedin? Can tatlıymış abi, tutukluk yaptı. Ne tutukluk yaptı silah mı? Yok, cesaret abi…

•••

Cinayet mahallindeyiz. Ama onu çözmeye daha vakit var. Yere uzanmış, çevresi tebeşirle çizilmiş, orada öyle duruyor. “Schaulustig” der Almanlar, meraklı seyirciler yığılmış polis kordonunun dışına. Çok sevmişlerdi o nedenle çok kızıyorlar.

“Ulan herife bak diyordu biri nasıl da doğramış adamı”; “ama dedi öteki o da sağlam pabuç değilmiş, mahalleden tanıyorlar, herkes gıptayla bakardı, bir ara dünya yıldızıdır dediler, çok iyi piyano çalardı, işte ne olduysa artık.” “Yok öyle deme dedi öteki, bak bizimkileri devşirebiliyorlar mı; sağlamdır bizimkiler.” “İyi diyorsun da dedi ilk konuşan, ne yapabilirdi ki, yüz çevirmiş devlet baba, geçenlerde kurs açtılar, tiyatrodur, okuma yazmadır, dönüp bakan olmadı. Bir salon bulamadılar ki konser yapsınlar.”

Mahallede ölüm tartışması

Aaa, bak Ahmet de orada meraklı izleyicilerin arasında o da var, konuşuyor; dinliyorum, hak veriyorum ona da. “Bunun adı saygı değil, düpedüz korkaklık, (…) Yaşar Kemal, Abdullah Gül’ün elinden devlet sanatçısı ödülünü aldığında da; Şener Şen, Erdoğan’dan devlet sanatçılığını kabul ettiğinde de aynı tavrı koymuş ve yazmıştım.”

Bir başkası, Mehmet değil mi o, alıyor sözü “Yok ben size katılamıyorum. Ben bu cinayete ortak olmayacağım. Bence Say ‘saraya yanaşmak’, ‘boyun eğmek’, ‘teslim olmak’ gibi tanımlamaları hak etmiyor.” Ragıp’a benzettim uzaktan, o mudur? Hak veriyorum ona da: “Sanatçı ile iktidar arasındaki ilişkilerde çok kötü bir örnek oluşturdu piyanist. Kızdım ve üzüldüm tabii. Çünkü bu biat gösterisinin ardından piyanistin sanatsal herhangi bir değeri de kalmadı benim gözümde.”

“Say nerden çıktı şimdi” diye soruyor biri de saf saf.

İşte orda yerde yatıyor ya.

Say orada yerde bıçaklamış yatıyor; saf, naif, kendine göre haklı korkularla piyanosunu ve bestelerini çalamayacağı korkusuyla geçirdiği geceleri düşünüyor. Orda öyle umarsız, elini uzatıyor. “Barış yapalım mı?” diye soruyor. “Yapalım yapalım, diyorlar, tam zamanıdır, bak seni ötekilerden nasıl ayıracağız.” Alkışlıyorlar sonra, bilemiyoruz sevdiler mi gerçekten senfoniyi, “kalk diyorlar, kalk, korkma artık.” Ama o hala korkuyor, korku çoğalıyor içinde…

Sevdikleri öfkeyle bakıyorlar, kiminin elinde bıçak.

Ne diyeyim sana sevgili bestekarım

Okudum açıklamanı sevgili müzisyenim, “Ben bir sanatçıyım, hiç bir yere gitmek istemiyorum. Hatırlarsınız, ‘ülkemde yaşayabilmek, sanatımı yapabilmek istiyorum’ diye bir yazı yazmıştım geçen yaz. Sayın Erdoğan’ın annemin vefatındaki taziye telefonundaki ses tonunda da sezinledim, bir uzlaşı kapısı aralamak istiyordu. Sadece Fazıl Say için değil, tüm sanat camiası için.”

Sevgili sanatçı, hak vereyim mi sana? Kulağında yalnız piyanonun sesi var ve bir gün tuşlara basamama korkusu. Seni on aya mahkum ettiklerinde anlamıştım, bir piyanist on ay çalamazsa artık bir daha çalamayacağını düşünür. Toplum, toplumun genel çıkarları ise başka bir şeydir. Kuşatılmış, tutuklanmış, hüküm giymiş binlerce insan varsa ve özgürlük peşindeyse insanlar, o toplum başka türlü düşünmeye mecburdur.

Diyorsun ki, “hayatta hatalar yapılabilinir, Erdoğan da yapar, Say da yapar, Ahmet Mehmet de yapar, insanız hata yaparız, hatadan dönmek hatayı düzeltmek ise erdemdir, insani bir durumdur.” Üzgünüm ama büyük sanatçıların pek çoğu gibi sen de naifsin. Sen hata yapabilirsin, yaptın zaten, ben de yapabilirim, yapıyorum da sık sık, ama liderler hata yapmazlar. Hata yaptıklarını içtenlikle ya da önüne konulduğunda kabul ettikleri gün siyaset biter onlar için. Belki arada bir “hata yaptık, yanıldık, aldatıldık” diyebilirler ama bu politikalarının, stratejilerinin, taktiklerinin gereğidir yalnızca.

Ne güzel söylemişsin “Her şey bir yana, umutlarımız olmadan nasıl yaşayacağız?” Seni eleştirenler “umut mücadele etmeden ete kemiğe bürünmez” derler hep. Sormak, ayrıntıların değil bütünün sorgusunu yapmak gerekir. Sor bakalım bu toplumun sanatçıları neden yargılanıyor, gazeteciler örneğin bunca yılın gazetecisi 80’ini geçmiş Orhan Erinç’le arkadaşları neden yıllarca hapse mahkum edildi? Bu soruyu, soruları sormadan umutlarımızı yeşertebilir miyiz?

“Ben bu uzlaşı kapısının aralandığını hissettim” diye yazmışsın, bir şey diyemem “hissetmişsin”; ama kuşku da duymuşsun ki “bu ilk buluşmanın Beştepe’de değil, benim konserimde olması gerektiğinde direttim” diyorsun. İkincisinden korkarım ama, sonra söylediklerin insanın canını acıtıyor. “KHK’den haksız yere mesleğinden edilmiş müzisyen dostlarımın hayatını kurtardık bu süreçte” diyorsun. Bu ne kadar can yakıcı bir alışveriştir, sevgili bestekarım. Olağanüstü Hal döneminde çıkarılan KHK’lerin Meclis’te onaylandığını, Kanun haline getirildiklerini bu ‘kanunlarda’ yüzlerce ismin de yazılı olduğunu duymuş muydun? Mahkemelerin her gün akademisyenlere ceza kestiğini, profların hüküm giydiğini, KHK’lerle açlığa mahkum edilmiş yüzlerce akademisyenin ülkelerini terk etmek zorunda kaldıklarını da duymuşsundur o zaman. Peki sen bu kutlu pazarlığı yapar, kimilerini sevindirirken Metin Akpınar’la Müjdat Gezen de savcının önündeydiler biliyor musun?

Sen bu her bakımdan önemli buluşmayı gerçekleştirmeden eski gazetem Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada ne demişti Baban Ahmet Say: “Şimdiki ortamda açık eleştiri getirebilmek bile imkânsız hale geldi. Uzun sözün kısası bir bütün olarak Saray’a teslimiyet elbette söz konusu değil ama Türkiye’nin aydınları Cumhuriyet tarihi boyunca hiç bu kadar sinmemişti. Bunun tek bir nedeni var, korku atmosferinin her şeyi sarması…”

Daha sonra senin özgürlüklere kapı açacağını umduğun buluşmandan sonra ise babadır, şöyle dedi. “Tabii ki Fazıl’ın burada barışı savunması, barışçıl bir tutumda olması, barışçıl bir tavır sergilemesi beni mutlu ediyor. Ben ülkemizde durup dururken karşıtlığın, karşıt görüşte olmanın yersiz olduğunu düşünüyorum. Tabii karşıtlık kim olursa olsun, kavgadan yana olanı bile, barışçı bir el uzatarak kazanmanın mümkün olduğunu düşünüyorum. Kavgaya gerek yok. O biraz ürküyor, ‘Yanlış bir laf gelir, lafımı çeviriverirler’ diye. Haklı olarak düşünüyor böyle şeyleri.”

“Durup dururken karşıtlık” olur mu hiç Ahmet Bey, vardır sebebi.

•••

Cinayet mahallindeyiz. Öfke direniyor hala. Ne yapsaydım abi, çok seviyordum, o da bizi ötekileştiren ötekilerle görüşüyordu. Ama bak bizi nereden bölüyorlar? Haklısın abi, çok kızmıştım, hep çok sevdiğimden, kendimi de öldürecektim, öldüremedim, tutukluk yaptı cesaret.

•••

Fazıl’ın cesareti de tutukluk yapmıştı aslında. “Çıkış yolu kimi zaman boyun eğmektir” dedi belki içinden. Elini uzattı, tuttular… Şimdi orada yatıyor, ölmedi aslında daha. Sonrasına bakıyoruz artık…

Yok hayır, orada bırakmayalım, gidip kaldıralım sevgili bestecimizi piyanistimizi…