Asker Adamlar, Siyaset Adamları, Akil Adamlar? Kürt sorunu karşısında

Asker Adamlar, Siyaset Adamları, Akil Adamlar?
Kürt sorunu karşısında siyasetçiler “sen-ben”  kavgasını sürdürürken, sivil toplum kuruluşlarından barış çağrıları gelmeye başladı. Olumlu ve gerekli seslenişleri duydukça bir umut kıpırtısı duymamak mümkün değil.
Acaba, bunca kaybın karşısında yaşadıklarından hala ders alamayan “öğrenme özürlü” veya “dediğim dedik” toplumlar olmaktan çıkmak gerektiğini anlamış olabilir miyiz?
Acaba, hem savaşın boşunalığını hem de bazı duyarlılıkların ve vazgeçilemeyenlerin olduğunu artık öğrenmiş ve kabul etmiş olabilir miyiz?
Acaba, acaba...
Bu acabaların  yanıtları “rüzgarda “değil, bizde; bunu biliyoruz.
Ama barışçı ve kalıcı yanıtlar için, hem bu tür yanıt arayan “bizlerin” her iki tarafta çoğalması hem de tek taraflı değil karşılıklı duyarlılıklara yer açılması gerekiyor. Yalnız aklın değil, vicdanın ve duyarlılıkların insanlarına ihtiyaç var.
Çünkü, kendi haklılığına inanmış, iman emiş, bu nedenle karşılıklı tükenmeyi göze almış insanlara ve toplumlara barışçı-uzlaşmacı çözümlere razı etmenin zorluğu  büyük; bunu biliyoruz.
Üstelik derin ayrılıklar karşılıklı ölüm acılarıyla beslenip büyürken, her iki tarafın kendi davasına imanı daha da büyümekte, çözümün de ötekini kabulle ve ortak iradeleriyle bulunabileceği unutulmaktadır; bunu da görüyoruz.
Biri Kürt realitesinin kabulü için dağa çıkarken, öteki Türk realitesinin kabulü için vatana-millete can feda etmekte, cenazelerde “şehitler ölmez, vatan bölünmez” diye haykırmaktadır.
Oysa barış ve uzlaşma, bu iki realitenin uzlaştırılmasıyla mümkün. Zor olan da burası.
Bunun için, davaların haklılığı veya haksızlığı üzerinden konuşmanın da çok işe yaramayacağını görmek ve başka bir dil bulmak gerekiyor.
Örneğin iki toplumsal tarafın birbirinin meselesine duyarlı ve bunları birbirleriyle “konuşur” hale gelmesi nasıl sağlanacak?
Bunun yolu, ne Genel Kurmay’dan, ne de PKK’dan geçiyor. Ne daha fazla ölüm, ne daha fazla acı bu yolu açabilir.
Belki kimileri toplumsal uzlaşmaya kulak tıkayacaktır. Ancak siyasal yoldan çözüm ve uzlaşma arayışlarının tek durağının Parlamento-Hükümet olmadığı ortada. Toplumsal köprülerle tamamlanmadan siyasetten çözüm beklemek pek mümkün değil.
Örneğin toplumsal destek ve rıza sağlanmadan, herhangi bir siyasetçinin Kürt isteklerinin kabulü doğrultusunda bir uzlaşma-çözüm noktasına gelmesi mümkün mü?
Hele barış ve uzlaşma için artık kültürel haklar gibi “masum” değil, anadilde eğitim, özerk yönetim gibi Türk tarafı için oldukça radikal değişikliklerden söz ediliyorsa, toplumsal rıza sağlanmadan hangi siyasetçi  bu noktaya gelebilir?
Örneğin AKP’nin niyet ettiği “Kürt Açılımı”nın bu kadar kısır kalmasının nedeni nerededir?
Öyleyse iki toplumu birbiriyle buluşturmak gerek. Gerek de, nasıl?
Bu buluşmanın sağlanmasının dili, yöntemi nedir? Yalnız Kürtlerin, ya da yalnız Türklerin duyarlılıklarını dikkate almakla böyle bir buluşma sağlanabilir mi?
Farklılıkların değil de, ortaklıkların dilini aramak kaçınılmazsa, bu ortak dil nedir; nerededir?
Bu noktada akılcı yaklaşımlar, buluşma noktasının “demokratikleşme” isteği ve ihtiyacı olduğunu, her iki yöndeki adımların birbiriyle yakından bağlantıları bulunduğunu da gösteriyor. Haklılar da. Birinin diğerini rehini aldığı bile söylenebilir.
Ama akılcı yaklaşımların, insani duyarlılıkları ve duyguları pek göremediği de ortada. Örneğin bu meselede de görüyoruz; yetmiyor; yetemiyor. Ne yapılmalı?
Her karmaşık sorun gibi Kürt meselesinde de akılcı çözümlerden ve bilinen siyasetten daha ötesine ihtiyaç olduğu gibi bir noktaya geliyoruz, sanırım. Siyaset adamlarından ve akil adamlardan daha ötesine ihtiyaç olduğu gibi.
Akılcılık, -hadi daha şık olsun diye “rasyonalite” diyelim- günümüzde daha da keskinleşen biçimde “çıkarcı-hesapçı” bir  akıl yürütmeye dayanmakta. “Kazan-kazan” gibi alış-veriş dünyasında apartma çıkarcı-hesapçı akıl ise, dıygusal boyutları da bulunan karmaşık meselelerde bir işe yaramamakta.
Hesapçı-çıkarcı akılcılığın en alasını benimsemiş siyaset dünyası da, bildiği yoldan gittiiğinden hesapçı-çıkarcı mantığın kısır döngüsü içinde debelenmekten kurtulamamaktadır.
Akil adamların da, az ya da çok aynı dertten muzdarip olduklarını düşünmek zor olmasa gerek.
Neden de açık. Reel dünya ile bu kadar haşır-neşir olunca hesapçı-çıkarcı akıldan uzak kalmak da mümkün olmuyor.
Oysa Kürt meselesi gibi bir sorun, hesapçı akılcılığın ötesinde “sezgisel-duygusal” bir akılcılığa ihtiyaç göstermekte. Derin ayrılıklar ve çok cepheli sorunlarda her iki tarafı da kazanacak çözümlere ihtiyaç var; ancak bunu “kazan-kazan” söyleminin sığlığıyla yapmak mümkün değil.
Aksine yeni bir dile ve yeni yaklaşımlara ihtiyaç var; bunlara fırsat tanıyacak sezgisel-duygusal bir akılcılık ise, her iki toplumun sezgisel-duygusal zekasını harekete geçirmekle bulunabilir. Bilinçli biçimde silahların susması, böyle bir akılcılığın ortaya çıkması açısından da önemli.