Askeri vesayetle ve darbelerle mücadele etmek için bir başka otoriter odağın, vesayet odağının yanında yer alma, onun anti-demokratik

Askeri vesayetle ve darbelerle mücadele etmek için bir başka otoriter odağın, vesayet odağının yanında yer alma, onun anti-demokratik ve anti-sosyal tutumunu görmezden gelme; kısacası bir şeytanın kucağından kalkıp diğerine oturma eğilimi son zamanlarda pek rastlanır bir durum. Oral Çalışlar’ın “Balyoz’u bırak işsizliğe bak...” ve “Zannedersiniz ki ‘işçi sınıfı devrimcisi” başlıklı yazıları (Radikal, 27.02.2010 ve 05.03.2010) bu açıdan ele alınmaya değer.
Çalışlar, artan işsizlik konusunun güme gittiğini söyleyenlerle polemik yaparken, sosyal sorunlara daha fazla dikkat çekenleri “Balyoz’u bırak işsizliğe bak...” şeklinde karikatürize ediyor.  Çalışlar, “Türkiye’nin gerçek gündemi işsizlik” ifadesinden de rahatsız oluyor. Çünkü ona göre Türkiye ekonomisinin durumu “hallice” imiş. Son kriz sırasında ülkedeki bankalar ve şirketler büyük oranda sağlam durmuş. Hâlâ sosyalist olduğunu vurgulama ihtiyacı duyan birinin ekonominin “hallice” olmasından şirketlerin ve bankaların sağlam durmasını anlaması ne hazin. Anlaşılan General Motors için iyi olan ABD için de iyi imiş!
Türkiye’de sosyal hakların geri olduğunu kabul eden Çalışlar şöyle soruyor: “Peki örgütlenme özgürlüğü olmadan, serbestçe sendika seçme özgürlüğü olmadan, toplu sözleşme hakkını güvence altına almadan bunlar çözülebilir mi? Askeri vesayet rejimlerinde, totaliter rejimlerde bu haklar elde edilebilir mi.” Bu satırlar ne anlama geliyor? Askeri vesayet ve darbe tehlikesi ortadan kalkmadan işçinin de işsizin de derdine çözüm bulunamaz. Bu nedenle de sosyalistler, hükümetin askerlerle mücadelesinde onunla birlikte davranmalı. Kısaca bir şeytanın kucağından inip diğerinin kucağına oturmak!
Bu yanılgı konusunda memleketin emek tarihine bakmak yeter. Vesayetçi ve otoriter tek parti yönetiminden (CHP) sonra iktidara gelen sivil DP neler yapmıştı? Siyasal alanda neler yaptığını, kaç yazarı hapsettiğini, kaç gazeteyi kapattığını, solu işkencelerle nasıl ezdiğini bir kenara koyalım. DP sosyal-sendikal konularda ne yaptı? CHP’nin vesayetçi geleneğini devam ettirdi, grev yasağını sürdürdü, bir çok sendikayı kapattı, sendikadan söz edenleri gizli komünist olmakla suçladı, sendikacıları sindirdi ve uluslararası ilişkilerini engelledi. Sivil bir diktayı adım adım ördü.
Sonra ne oldu? 27 Mayıs darbesinin ardından askeri vesayet koşullarında bir dizi başka faktörün etkisiyle Türkiye tarihinin en demokratik Anayasası ortaya çıktı ve işçi sınıfı grevli toplu sözleşmeli sendikal haklara kavuştu. Kuşkusuz bu sonuçlar 27 Mayısın karşı çıkılması gereken bir askeri darbe olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz, ona meşruiyet kazandırmaz ve onu hayırhah hale getirmez. Ancak sivil koalisyon hükümetlerinin Anayasanın güvence altına aldığı sendikal hakları geciktirmek için elinden geleni yaptığını ve Anayasadaki hakları budayarak sendikal yasaları çıkarttığını hatırlatmamızı engellemez; sivil Demirel’in ve büyük sermayenin 1961 Anayasasının özgürlükçü hükümlerini budamak için elinden geleni yaptığını da. Dahası Demirel, DİSK’in çanına ot tıkamak için harekete geçti ancak 1961 Anayasasının ürünü olan ve bugün yargı oligarşisi olarak dudak bükülen Anayasa Mahkemesi imdada yetişti. Ancak Demirel’in yapamadıklarının bir kısmını 12 Mart darbecileri yaptı. 1961 Anayasasının memurlara tanıdığı sendikalaşma hakkı yok edildi.
Sonra 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile sivil sermaye örgütlerinin talepleri doğrultusunda 1961 Anayasası ve 274-275 sayılı sendikal yasalar yok edildi. Bu yok etme işlemi sırasında eski MESS başkanı sivil Özal 12 Eylül’ün başbakan yardımcısıydı.  Sonra sivil ANAP döneminde sendikal hakların budanmasına devam edildi. ANAP bir sermaye partisi olarak 12 Eylül’ün anti-sosyal politikalarının en sıkı takipçisi oldu
Geldik bugüne. AKP 8 yıldır iktidarda. Sosyal haklar, işçi hakları ve sendikal haklar için elini kim tutuyor? AKP 8 yıldır neden sendikal haklar için kılını kıpırdatmadı? Tersine grevleri yasakladı, sendika kapattı. Askerler mi AKP’nin elini tutuyor? Darbeciler mi grev yasaklarının kaldırılmasını engelliyor? İşgüvencesi yasasını budamasını askerler mi istedi? AKP sendikal hakları düzeltmek istedi de Genelkurmay muhtıra mı yayınladı? Sivil AKP döneminde sosyal-sendikal haklar daha da kötüleşti, sendikalaşma oranları düştü ve sendikalaşma nedeniyle işten atılmalar arttı. Çalışlar, “askeri vesayet biterse sosyal-sendikal gelişir” demeye getiriyor. Oysa tarih bize “sivillerin” de sınıf tercihleri olduğunu ve emekçi sınıflara karşı zor kullanmaktan kaçınmadıklarını gösteriyor. “Şimdi bunların sırası değil, bunlar askeri vesayetle mücadeleyi zayıflatır” tezini savunanlar yeni bir vesayetin değirmenine su taşıdıklarının farkında değil mi?
“Darbeciyle kader birliği içine girerek ‘işçi sınıfı devrimciliği’, ülkemize özgü yeni bir paradoksu ifade ediyor” diye yazmış Çalışlar. Haklı elbette, darbecilikle devrimcilik bağdaşmaz. Ama Çalışlar’ın kendisi bir başka paradoksu ifade ediyor: Yeni-muhafazakâr ve yeni-liberal bir sermaye partisi ile kader birliği içine girerek sosyalist olduğunu iddia etmek. Darbecilerle, askeri vesayet heveslileri ile mücadele ederken sivil ama otoriter bir rejim ve modern işçi cehennemleri yaratan odaklara hayırhah bakmak ve bunu sosyalist olduğunu söyleyerek savunmak da ülkemize özgü bir paradoks olsa gerek. Hem askeri vesayete hem sivil vesayete karşı demokratik bir başka seçeneği düşünememek ise bir başka hazin paradoks...
=