Sağın “efsanevi” lideri Süleyman Demirel, 20 Haziran 2015 Cumartesi günü (bugün) doğduğu yer olan Isparta İslamköy’de toprağa veriliyor.

Demirel için yazılan olumlu yazıların tamamında onunla bire bir ilişkisi olanların anekdotları yer alıyordu.

Çok kibardı, kadirşinastı, hafızası kuvvetliydi, hoşgörülüydü, herkesin ismini bilirdi, unutmazdı… gibi insani özellikleri öne çıkartılıyordu.

Türkiye’de uzun yıllar siyaset sahnesinde bulunmuş bir lider için demokrasiye şöyle katkı yaptı, ifade özgürlüğüne ilişkin şu reformları hayata geçirdi, partisi içinde demokrasinin kök salmasını sağladı örnekleri verilemedi. Oysa 1960’dan 2000’e kadar iş başında kalmış bir lider için daha iz bırakan işlerden söz edilebilirdi. Ama yok!

Demokrasi konusunda ise sayısız günah yazılabilir, rahmetlinin hanesine… Bunların en başında ise 1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamları sırasındaki tavrı geliyor. O gün parlamentoya gelmeyebilirdi! Sonradan “elim kanlı değil” diyebilmek için. Ama olamadı!

Demirel’in yakın mücadele arkadaşı Hüsamettin Cindoruk, Milliyet’ten Songül Hatırasu’ya bu konuyla ilgili olarak dün (19 Haziran) diyordu ki:

-Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesi içinde ukde idi. Bu konuda konuşmaktan hoşlanmazdı. İdamları önleyecek gücü var mıydı? Yoktu. Asker korkusu büyüktü!

İşte bütün mesele burada… Türkiye’de parlamento içindeki partilerin liderleri evinin kapısında asker gördüler mi, valizini alıp tıpış tıpış gidiyorlar. Sonra askeri cuntalarla halvet olup, solcuların işinin bitirilmesi konusunda destek veriyorlar. 12 Mart’ta da böyle oldu, 12 Eylül’de de…

1980’de Demirel’in Başbakanlık Müsteşarı olan Turgut Özal, askerler tarafından Başbakan Yardımcılığına atanınca, telefonu açıp eski patronuna soruyor:

-Beni hükümete alıyorlar, ne yapayım?

Demirel’den milli bütünlük çerçevesinde cevap geliyor:

-Bu memleket hepimizin kardeşim, görevi kabul et!

Kendisini devirmiş askerlerle al takke ver külah vaziyetine hazır olmuş bir lidere “demokrat” demek doğru mu?

Efendim ne yapsın korkuyor!

Türk sağının liderleri ölçü alındığında “korku” hep öne çıkıyor. Necmettin Erbakan 28 Şubat’ta (1997) devrildiğinde, “askerler beni seviyor” diye etrafındakileri yatıştırıyordu.

Bir örnek de Tayyip Erdoğan’dan… Ahmet Sever’in olay yaratan “Abdullah Gül ile 12 Yıl” adlı kitabında 27 Nisan 2007 e-muhtırasındaki gelişmeler bunu teyit ediyor. 27 Nisan gecesi A. Gül’ün evinde toplanan AKP kadrosu bir metin hazırlıyor. Sonrasını Sever’in kitabından okuyalım:

“Sabah 11.00’de Başbakanlık konutuna gelindi. Tayyip Erdoğan’ın da hazır bulunduğu toplantıda gece hazırlanan metin gözden geçirildi. Birkaç nokta yumuşatıldı!...”

Düşünün 5 yıldır iktidardasınız. Meclis’te 363 milletvekiliniz var. Resmen askeri bir darbeyle karşı karşıyasınız, liderin katıldığı ilk toplantıda hazırlanan metin yumuşatılıyor!..

İdam sehpalarını kendileri tekmeleyen çocukların yanında sağın “büyük” liderlerinin “sağduyulu”, “işbirlikçi” ve “yumuşatıcılı” kişiliklerini kıyaslayınca ister istemez akıllara şu soru geliyor:

-Sağın liderleri korkak mı?

***

Ey Bosna, Mogadişu, Kuala Lumpur: Başkan yapmadılar!

Tayyip Erdoğan her seçim sonrasında AKP Genel Merkez binasının balkonuna çıkıp güzel konuşmalar yapardı.
Kazandığı seçimden sonra zaferlerini geniş bir coğrafya ile paylaşırdı.

Dünya haritasında yerlerini bulmakta zorlanacağımız Uzak doğudan Afrika’ya, Orta Asya’dan Balkanlara kadar her yere seslenirdi:

-Bu zafer hepimizin!..

Eh bu kadar geniş bir yelpazeye seslenince, haliyle insan kendini oraların da lideri zannedebiliyor. Olsun, bunun kimseye bir zararı yok. Ama buna herkesi inanmak zorunda bırakırsan o zaman iş değişebiliyor.

7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’ni “Başkanlık Rejimi” için referanduma dönüştüren Erdoğan, sandığa çakıldı.
Yeni durumla ilgili olarak şöyle bir konuşma metni olabilirdi:

-Bosna, Darfur, Myanmar, Üsküp, Madagaskar, Mogadişu… Beni Başkan Yapmadılar!..